Küresel salgınla ilgili ilk kez tünelde ışık göründü. Işıkla birlikte ekonomik tartışma konuları da değişim geçiriyor. Bilindiği gibi devletler,salgında işsizliğin ve iflasların önlenmesi, sağlık sistemin sürdürülebilirliği ve piyasaların çöküşten korunması için büyük miktarlarda paketler açıkladı. Özellikle gelişmiş ülkelerin salgın döneminde ekonomilerin sürekliliği ve işsizlik dalgası oluşmaması için parasal genişleme ve mali destekler şeklinde yoğun bir destek programı uyguladılar. Sağlam bir kamu sağlık sistemi olmayan ABD’de ve birçok ülkede aşılama ve kovid nedeniyle sağlık yardımları da paketlerin önemli kısmını oluşturdu. Gelişen ülkeler ise destek politikasında nispeten daha düşük seviyede kaldı. Bu ülkeler arasında Türkiye, 2019 yılında Ekonomik kalkan programı ve diğer destek programları ile ekonomik mücadeleye başladı. IMF hesaplamalarına göre, 2020 yılında yaptığı destekler Milli Gelirin %1,1’i seviyesindedir. Türkiye’nin 2020 yılında sağlık harcamaları bütçeden en yüksek payı alan harcamalarındadır. Bu nedenle diğer ülkelerden farklı olarak sağlık harcamalarını yeniden artırmasına gerek kalmamıştır. Salgın döneminde Türkiye’nin destek politikaları dünyadaki eğilimler doğrultusunda devam etmiştir. Fakat kayıt dışı çalışanlar ve günübirlik iş sahiplerinin desteklerden nasıl yararlandığı tam olarak belli değildir. Artık salgında sona yaklaşıldığına dair beklentiler artıkça ülkeler, salgında uyguladığı ekonomi politikalarının yol açtığı mali genişlemenin sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Salgından sonra artan bütçe açıkları, yükselen enflasyon ve işsizlik dalgası karşısında azalan mali imkânların çözümlenmesi için ne yapılabilir? Ülkeleri ikiye ayırmak gerekecek, hızlı çıkış yapanlar ve sorunlarla boğuşanlar olarak. Çin, İsrail, ABD ve İngiltere gibi ülkelerin hızlı bir çıkış yapabilenlerden olacağı tahmin edilecektir. Brezilya, Hindistan gibi ülkeler ise salgın krizini derinden hissedenlerdendir. Avrupa örneğinde konuya bakacak olursak 5 milyar Avro seviyesinde borçlanma gereği, 247 milyar Avro’ya yükselmiştir. Daha net ifade ile AB’de 2019 yılının son çeyreği ile 2020 yılının son çeyreğindeki dört dönemde kırk kattan fazla borçlanma ihtiyacı artmıştır.
Asıl sorun ise salgından sonra başlayacak. Salgında artan kamu harcamaların maliyeti şimdiki nesil mi karşılayacak? Yoksa gelecek nesillere borç olarak mı bırakılacak?
O zaman devletler için iki seçenek var ya vergi ya da borç bulunması gerekecek. Daha korkunç olanı ise, para basarak finanse etmek herhalde bu ihtimal kamu mali politikası olarak düşünülmeyecektir.
Borçlanmanın dünyadaki boyutları incelendiğinde borç yükünün AB ülkelerinde ve ABD’de milli gelirin çoğunlukla üzerine çıktığı görülmektedir. Bu ülkelerin borç yükü %80 ile %200 arasında değişmektedir. Aslında borçlanma limitlerinin artık son haddine gelindiğini söylemek zor olmayacaktır. Tek avantajları ise, ABD doları ve Avro’nun dünyada rezerv para olarak kullanılması nedeniyle hala borçlanma imkânlarının devam etmesidir. Eğer Çin ile devam eden ekonomik savaşla birlikte borçlanma da yeni sorunların oluşacağı tahmin edilebilir.
Kamu vergi politikasını yürütenlerin rüyalarında ise, servet ve gelir artışı elde edenlerden vergi toplamak en iyi ihtimaldi. Bu verginin tek seferlik bir servet vergisi mi olacağı veya sürekli vergi olarak mı toplanacağı da tartışmalar arasındadır. RobinHood vergisi, Buffet vergisi vs. gibi isimlerle önerilen bu vergiler özellikle sosyal demokrat ve sosyalist iktisatçıların tüm yazılarında desteklenen görüşler olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca kovid döneminde hızlı satış geliri elde eden ve değer artışı sağlayan dijital firmalara dönük vergilerin salınması da, hem AB de hem de ABD yönetiminde alternatifler arasındadır. Kurumlar vergisine getirilen minimum vergi oranı ise vergi cennetleri ile savaşta ne kadar başarılı olacağı tartışmalı. Kurumlar vergisi mükellefleri olan küresel şirketlerin vergi yükleri ‘0’ seviyesinde. Bu şirketlerin sermayelerini gezdirmeleri devam edecek gibi görünüyor ve kripto paralarında mali transfer işlemlerinde vergisiz yöntemi olarak kullanıldıkça kurumlar vergisinden ek gelir toplanması mümkün olamayabilir.
Türkiye’de ise Kurumlar Vergisi’nin artırılması ve bazı işlem vergilerindeki artışlar kısmi kaynak sağlama da 2021 yılında işleme alınmış durumda. Türkiye’nin salgın döneminde dijital mali işlemlerin artmasından dolayı tahsilat/gelir oranı yükselmiştir. Yani verginin tahsilatındaki artış finansman açısından da önemli bir gelişmedir. Türkiye’nin en önemli avantajı borçlanma limitlerinin esnek olmasıdır. Ama dövizdeki hızlı yükseliş ve artan enflasyon nedeniyle uzun vadeli borçlanma maliyetlerini artmaktadır. Enflasyondaki aralıksız yükselme ve kur artışı borç tedarikinde zorlanmaları da beraberinde getirecektir. Bu nedenle borçlanma limitlerinin hızlı bir şekilde arttırması mümkündür. Türkiye’nin sağlayabileceği yabancı sermaye girişi de finansal imkânlarını genişletilebilir.
Türkiye’de şirketler kesiminde sanayi işletmelerinin salgın döneminde borç yükünü azaltmayı başardığı fakat hizmetler sektöründe borç yününün artığı görünmektedir. Eğer vergi yükü hızlı artarsa salgından çıkışın meydana getireceği ek mali yüklerin finansmanı firmaları yeni arayışlara yöneltebilir.
Bütün ülkelerde salgının bitmesinden sonra kurulacak yeni dünyada vergi ve borç yüklerinin artacağı kaygısı artmaktadır. Ülkelerin hızlı ekonomik gelişme ile birlikte bu sorunların üstesinden gelmesini dileyelim ki, kayıtlı vergi yükünün yüksek olduğu zamanlarda, ek vergi yüküyle veya yeni borç yüküyle karşılaşılmasın.
Saygılarımızla.
Prof. Dr. Mustafa Yıldıran
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)