Merkez bankası, 21 Ekimdeki para politikası kurulu kararı ile politika faizini sürpriz bir şekilde iki yüz baz puan düşürdü. Bu hamle sonucunda Türk Lirası ile belirlenen her türlü emtianın değeri, diğer para birimleri karşısındaki değeri de nispi olarak ucuzladı. Faiz için çok değişik tanımlamalar yapılabilir veya esas alınan değerler sistemine göre değişik sonuçlar çıkarmak mümkündür, ama faiz aynı zamanda bir para biriminin uluslararası işlemlerdeki koruyucu kalkanıdır. Piyasadaki denge faiz oranı düşürse, o para birimi ile belirlenen tüm unsurlar da dolaylı olarak değer kaybeder. Ulusal paranın ucuzlatılmasına bağlı ekonomi politikasından beklenebilecek iki etki vardır. Birincisi, ihracat satışlarının artışı; ikincisi de, ulusal varlıklara olan yatırımlardaki artış. Yine elde edilebilecek en büyük en büyük fayda ise, istihdamın korunmasıdır. Merkez bankası bu beklentileri bu şekilde değiştirmek isterse, para politikasının hedefi de fiyat istikrarını sağlamaktan vazgeçtiği ve yeni bir politika uygulamaya çalıştığı anlamında yorumlanabilir. Fakat kararın açıklandığı metinde enflasyon hedefinin de sürdürüldüğü yer almaktadır.
Aslında uygulanan para politikasının başarısını sadece tek bir kritere bağlamak doğru değildir. Aynı zamanda politikayı belirleyen iktisadi şartlar da önemlidir. Küresel ekonomideki gelişmelerde dünya ekonomisinde salgından sonraki belirsizlikler öne çıkmaktadır. Özellikle küresel navlun bedellerinin salgının başlangıcına göre 10-15 kat artması, salgındaki durgunluktan sonra ani enerji talebi patlaması ve tarım ürünleri üretimindeki düşüş nedeniyle fiyatların yükselmesi kaynaklı enflasyon artışı aynı anda yaşanmaktadır. Bu ekonomik ortamın bir benzeri sorunlar, 1970’lerde yaşanan ekonomik kriz nedeniyle iktisat literatürüne giren stagflasyon kavramı ile açıklanmıştır. Stagflasyon, ekonomide faaliyetlerde durgunluk, fiyatlardaki yükseliş ve işsizlikteki artış gibi üç büyük sorunun birlikte görülmesidir. Bu kavramı Alvin Toffler, eko-spazm olarak tanımlamıştır. Yani ekonominin kalp krizine benzer bir zorlukla karşılaşması olarak tanımlamaktadır. Küresel ekonomide henüz tam olarak stagflasyon ortamına girildiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü gelişmiş ülkelerin merkez bankaları piyasaya düşük faizlerle para pompalamaya devam etmektedir. O zaman enflasyon artışının kısa süreli de olsa devam edebileceğini fakat ekonomik durgunluğun kalıcı olmayacağını düşünebiliriz. Bu süreçte gelişmekte olan ülkelerin Merkez Bankaları ise faiz artırım kararları almaktadır. Örneğin Rusya Merkez bankası 75 baz puan faiz oranlarını artırmıştır.
Yeniden Türk ekonomisine dönersek, ekonomik ortamın enflasyona meyilli olduğu ortamda Türk Lirası’nın değerinin azaltılması içeride ne tür riskleri taşımaktadır. Merkez bankası politikaları açısından en büyük risk, para politikasında istikrarın olmayışıdır. Çünkü Merkez Bankası’nın yaklaşık iki ay önce ortalama tüketici enflasyonunun üzerinde belirleyeceğini söylediği politika faizini, artık çekirdek enflasyonun üzerinde belirleyeceğini söylemesi hızlı politika değişikliğinin göstergesidir. 200 baz puanlık indirim sonunda çekirdek enflasyonun da altında kalan politika faizi, bu söylemden de hızlı bir şekilde vazgeçildiğini göstermektedir. 1989 yılında Türk Lirası’nın konvertibiliteye geçişinde rahmetli Turgut Özal’a herkes TL’den kaçarak yurtdışına dövizlerini kaçıracak eleştirilerine cevap verirken, piyasanın güvene göre hareket edeceğini istediği zaman dövizle yerli paranın değiştirilebileceği güvenin piyasalarda yeterli olacağını ve uzun dönemde Türk Lirası’nın dünya çapında para birimi olacağını iddia etmişti. Şimdi de Merkez Bankası’nın faiz politikası kadar istikrarlı kararlar uygulayabilme becerisi ve kurumsal kredibilitesinin artırılması kısa dönemde olmasa bile uzun dönemde Türk Lirası’na güveni daha hızlı artıracaktır. Merkez Bankası’nın kurumsal güvenirliğe önem vermesi, para politikasının etkinliğini de artacaktır. Ulusal paranın ucuzluğunun yol açabileceği etkiler, makro ekonomide akım ve stok değişken kavramları üzerinde açıklamak daha doğru olacaktır. Ulusal paranın ucuzluğu ihracata satışı ve portföy yatırımı gibi akım değişkenleri teşvik edeceği varsayımı doğrudur. Fakat biriktirilmiş gelirler yani servetin daha ileri bir ifadeyle sermaye birikimi haline gelmiş fabrika, arsa, daire veya firmalar gibi değeri ulusal para ile belirlenen stok değişkenlerin ise değerlerini göreceli olarak düşürecektir. Ülkedeki sermaye birikiminin yabancıların eline ucuz bir şekilde aktarılması sonucunu doğurabileceği için, ilerleyen dönemlerde yerlilerin sermaye birikimini olumsuz etkiyebilir. Yine ülkede dalgalı döviz kuru politikası uygulamadayken, para değerinin piyasa dışı yöntemlerle nispi olarak düşürülmesi ülkeye giren yüksek teknoloji ürünlerine, ilaç ve medikal malzeme, petrol ve lüks tüketimin bedelini yükselteceğinden ülkenin refah kaybına uğrayacağını da düşünmek gerekir. Kişi Başına Milli Gelir 2017 yılında 10000 üzerinde olan Kişi başına Milli Gelir’in 2020 yılında 8500 dolar seviyesine gerilemesi Türk Lirası’nın ucuzlamasının getirdiği refah kaybının salgınla birlikte hızla artığını göstergesi olarak düşünülebilir. 2019 yılının başlangıcından itibaren Merkez Bankası’nın faiz politikasını, tüketici fiyat endeksi, kredi ve mevduat faizleri ile karşılaştırılması yapılırsa, sonuçlar daha net anlaşılabilir. Grafikte gösterildiği gibi 2019 yılının ilk ayı baz olarak alarak bir endeks hazırlarsak, politika, kredi ve mevduat faizlerinin tüketici fiyatlarındaki artışın net olarak negatif kaldığı anlaşılacaktır. Salgın döneminde piyasayı rahatlamak için uygulanan kredi politikasının da bu gelişme de etkisi vardır. Tüketici fiyatları endeksi, 2019 yılının başına göre %45’e yakın artarken, faiz göstergeleri %20 azalmıştır. Bu durumda, ucuz kredi olarak alınan paraların ucuz mevduata yönelmek yerine enflasyon karşısında kendisini korumak için dövize yönelmesi beklenebilecek bir tercihtir. Eğer tüketime yönelirse de enflasyonu daha da artıracaktır.
Özetle bu günlerde ihracat, Türk Lirası’nın ucuzluğundan daha fazla, Türk sanayisinin ekonomik potansiyeli, küresel tedarik sürecinin tıkanması ve maliyet artışı nedeniyle artmaktadır. Avrupa ülkelerinin daha iyi ve kaliteli bir pazardan ihracat yapabilme imkânı yoktur. Ayrıca Türkiye’nin turizmde yüksek standartlardaki otelcilik hizmetleri ve lojistik kabiliyetlerindeki yetenekleri, yüksek kurdan satış yapmaktan daha kıymetlidir. Petrol ve tarım ürünleri ithalatının fiyat artışları ile dövizin değerindeki artıştan daha çok etkileneceğini düşünürsek, cari açığa beklendiği kadar katkı sağlayamayabilir. Bu nedenle Merkez Bankası’nın sürekli politika faizi ile oynamak yerine, uzun dönemli kredibilite inşa etmeye çalışması ve piyasa yapıcılığı güvenilirliğini odaklanması para politikasının istikrarı açısından daha iyi olacağını düşünmek gerekir. Türk ekonomisinin salgın, küresel tedarik krizi ve kuraklığa rağmen, rekabet yeteneğini koruması, Türk Lirası’nın ucuzlatılmasına dayalı bir ekonomik tercihten çok, üretim gücü ve beşeri sermaye zenginliğine dayandığını düşünmek daha doğrudur. Son faiz indirimine Türkiye’de sanayi odaları başkanlarının da tam olarak memnun olmadıklarını belirten açıklama yapmaları Merkez Bankasının dikkate alması gereken bir uyarıdır.
Harika bir yazı, açık anlaşılır, duru Türkçe ile yazılmış. Okuyan herkes anlayabilir. Emeğinize sağlık.