Prof. Dr. Mustafa Yıldıran – Denizli Haber Denizli Güncel https://yirmihaber.com Denizli Haber Wed, 30 Aug 2023 19:23:10 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.4.4 Merkez Bankasının Faiz Politikası: Yeni Döngü https://yirmihaber.com/merkez-bankasinin-faiz-politikasi-yeni-dongu/ https://yirmihaber.com/merkez-bankasinin-faiz-politikasi-yeni-dongu/#respond Wed, 30 Aug 2023 19:20:34 +0000 https://yirmihaber.com/?p=6769 Faiz, sermaye kullanımı karşılığında ödenen fazla paraya verilen paradır. İnsanlık için eskiden beri ahlak dışı kabul edilen konulardan birisidir. Çünkü eski cağlarda faiz oranlarının kıyaslanabileceği herhangi bir kriter olmadığı için..

The post Merkez Bankasının Faiz Politikası: Yeni Döngü first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
Faiz, sermaye kullanımı karşılığında ödenen fazla paraya verilen paradır. İnsanlık için eskiden beri ahlak dışı kabul edilen konulardan birisidir. Çünkü eski cağlarda faiz oranlarının kıyaslanabileceği herhangi bir kriter olmadığı için kat be kat artan oranlarda uygulaması olduğu için, insanların para sahipleri karşısında özgürlüğünü kaybetmesine bile neden olabilen uygulamaları nedeniyle dinler ve feylesofların lanetlediği bir fenomendir. Fakat modern kapitalizmle birlikte, tefecilerin uyguladığı faizi(riba) ve finansal sistemde sermaye kullanımı karşılığındaki faizi (sermaye getiri oranını) ayırma imkanı ortaya çıktı. Modern faiz uygulamalarında en önemli kriter enflasyon oranıdır. Çünkü enflasyon oranı, fiyatların seviyesindeki artış oranını gösteren bir katsayıdır. Bu nedenle sermaye sahibi veya mal sahibi bir kişinin karşı tarafa verdiği sermaye veya yatırım malının kullanım değeri olarak bir getiriyi alması gerektiğinde bunun enflasyonun üzerinde olmasını beklemektedir. Eğer enflasyonun altında bir faiz getirisi söz konusu olursa sermayeyi ve yatırım malının kullanım hakkını devreden bir kişi zarardadır. Veya teknik tabirle reel getiri kaybına uğramaktadır. Bu olumsuz farkın finansmanını cebinden karşılar veya sermayeyi kullandıran taraf fakirleşir. Bu nedenle sermayeyi ödünç veren tarafların mutlaka pozitif veya zarar etmemesi için nötr getiri elde etmesi gerekir. Modern ekonomi faizi, banknot para sistemine geçilmesi ve modern bankacılığın kurumlaşmasından sonra, özellikle de merkez bankaları para politikasını kontrol etmesinde bir araç olarak kullanmaya başladılar.

Dünya ekonomisinin en belalı sorunları arasında olan enflasyonla mücadele için modern ekonomi Merkez bankaları aracılığıyla yönetilebileceğini fark etmesi de faizin geçirdiği dönüşümle birlikte düşünmek gerekir. Özellikle 1970’li yıllarda dünya ekonomisinin en büyük sorunu petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle artan maliyet enflasyonun yönetilmesi sorunuydu. Enflasyonla mücadelede özellikle İsviçre Merkez Bankası’nın öncülüğünde başlayan merkez bankalarının bağımsızlığı ve enflasyon hedeflemesi politikaları ile faiz ve diğer para politikası araçları kullanılarak başarı sağlandı. Dünyadaki tüm merkez bankaları için örnek politika araçları haline geldikten sonra modern kapitalizmin büyük yenilikleri arasındadır. Enflasyon hedeflemesi politikası ile gelecekteki muhtemel enflasyon (beklenen enflasyon) ile faiz oranları arasındaki eğilimlerin ayarlanması için bir yöntem geliştirildi. Dünya ekonomisinde modern bankacılıkta mevduat sahiplerinin kararlarında enflasyonun üzerinde faiz geliri elde edip, edemeyeceğini de öğrenebildiği enflasyon hedeflemesi sistemi dünya ekonomisinde fiyat istikrarı sağlamada önemli bir rol oynadı.

Türkiye, 1970’li yılların ortasından 2001 yılına kadar, yüksek enflasyon, yüksek faiz ve sıklıkla karşılaşılan mali krizlerle mücadelede merkez bankası ve siyasal iktidarların ekonomik politikası yetersiz kalmıştır.  2001 yılından yaşanan kriz sonrasında Kemal Derviş rehberliğinde uygulanan IMF destekli ‘güçlü ekonomiye geçiş’ programı ile bankacılık sistemi yeniden yapılandırılmış, kamunun merkez bankası aracılığıyla borçlanmasına sınır getirilmiş ve merkez bankasının bağımsızlığını sağlayacak düzenlemeler yapılmıştır. Bu politika Ak Parti hükümetleri tarafından 2018 yılına kadar neredeyse aralıksız olarak uygulanmış ve Türkiye’de 2005 ile 2017 arasında tek haneli enflasyon dönemi meydana gelmiştir. Bu dönemde enflasyon hedefleri yakalanmasa da mali disiplin ve enflasyonla mücadele konusunda başarı sağlanmıştır.

2018 yılından sonra Türkiye’de konvansiyonel para politikası sorgulanmaya başlandı, genişletici maliye politikası ve makro ihtiyati politikalar dayanan klasik ekonomi politikasının dışına çıkıldı. Özellikle ilk olarak uygulanan Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında değerinin düşmesi gerektiği ve bu şekilde ihracatın artacağı varsayımına dayalı uygulanan ekonomik politikası hem Türk Lirası’nın değerini düşürdüğü gibi, hem de enflasyonu körükledi. 2019 yılının mart ayından sonra patlak veren küresel salgında hükümet tarafından uygulamaya konulan ‘ekonomik siper programı’ ile ucuz maliyetli kredi politikası enflasyonun yükselme trendini devam ettirdi, Sonuçta yüksek enflasyon ve bütçe finansmanına dayalı bir ekonomik büyüme modeli devam ettirilmeye çalışıldı. Konvansiyonel faiz ve para politikası terk edilerek merkez bankasının bankacılık sistemini kısa vadeli olarak düşük faizle fonladığı, bunun karşılığında kamu tahvillerinden oluşan menkul kıymet portföyleri oluşturmak zorunda olduğu alışılmadık bir para politikası sistemine geçildi. Artan döviz kurunu önlemek için de bütçeden ve Merkez bankasından finanse edilen kur korumalı mevduat sistemine geçildi. Kısa dönemde kur istikrarının sağlanmasına rağmen, seçim sürecindeki enflasyon nedeniyle kayba uğrayan kesimlere sağlanan mali destekler ve bütçeden finanse edilen ücret artışları mali yapıyı da zorlamaya başladı. Bu süreçte merkez bankası düşük faiz politikasını devam ettirerek, bütün aksaklıkların giderilmesi için tek tek düzenlenen regülasyonlarla alışılmadık para politikası sürdürülmeye çalışıldı. 2022 yılında sonuçta enflasyon tarihi rekor seviyelerine ulaştı. Ülkede enflasyon artışı nedeniyle sabit gelirli kesimlerde yaşanan refah kaybının transfer harcamaları, asgari ücret artışı ve ücret zamları ile finanse edilmesi nedeniyle bütçe imkanlarını daraltıcı sonuçları olmuştur. Ayrıca ülkedeki artan belirsizlik ve para politikasının alışılmadık yöntemlerle sürdürülmesi yabancı yatırımcıdan gelen sermaye akımlarını da bozmuştur. Ülkede cari açık sorunu, bütçe açığının artışı ve yüksek enflasyon mali istikrarı tehdit ettiği için, konvansiyonel iktisat politikasına dönüş seçimden sonra hazine ve maliye bakanı ile merkez bankası yönetiminin değişmesi ile mümkün hale gelmiştir.

Faiz politikasında yeniden merkez bankasının politika faizi ile diğer piyasa faizleri arasındaki boşluk daralması aynı zamanda politika faizi ile enflasyon arasındaki boşluğun azalması sağlanabilecektir. Grafik 1’de gösterildiği gibi Kur Korumalı Mevduata geçildiği dönemden sonra politika faizi azaltılmaya devam ettikçe enflasyon, kur ve mevduat faizi artmış, sadece kredi faizinin artışı diğerlerinden daha düşük seviyede gerçekleşmiştir. KKM’ın başladığı tarihten sonra politika faizi Mayıs 2023 tarihine kadar %51 oranında azalmıştır. Aynı dönemde kur ise  %127 oranında artmıştır. Kredi faizleri KKM’nin başladığı tarihe göre %4 oranında azalmıştır. Enflasyonun bu dönemde %125 artmıştır. Bu dönemde kredi kullanıp dövize parasını yatıran bir kişinin on yedi ayda aldığı kredinin iki katı kazanç elde etme imkânı vardı. Bu şekilde bir finansal yapının sürdürülmesi bankalar açısından da mümkün değildi. 2023 yılının Haziran, temmuz ve ağustos aylarında politika faizi yeni bir yükseliş döngüsüne girmiştir. Bankalar yeni döngüde mali yapılarını korumak için artan politika faizi nedeniyle mevduat faizlerini artırmaya devam edecekleri için kredi faizlerini de artırmak zorunda kalmaktadır. Bu durumda Türkiye’de yeni ekonomik ortamda finansman tedariki zorlaşacaktır. Ekonomi yönetiminin esnaf ve KOBİ’lerin finansman tedarik sorunlarını aşmak için uygulamak zorunda kalacağı politikanın finansmanı bütçeden karşılanacağı için, yeni dönemde bütçe konusunda neler yapılması gerektiği konusu da muhtemelen Orta Vadeli Programın cevap bulmak zorunda olacağı konulardan birisidir. Ümitle ekonomideki gelişmeleri izlemeye devam edeceğiz.

 

 

 

 

The post Merkez Bankasının Faiz Politikası: Yeni Döngü first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
https://yirmihaber.com/merkez-bankasinin-faiz-politikasi-yeni-dongu/feed/ 0
Seçim Sonrasında Ekonomi: Rasyonele Dönüş Zorunluluğu https://yirmihaber.com/secim-sonrasinda-ekonomi-rasyonele-donus-zorunlulugu/ https://yirmihaber.com/secim-sonrasinda-ekonomi-rasyonele-donus-zorunlulugu/#respond Tue, 06 Jun 2023 07:50:31 +0000 https://yirmihaber.com/?p=6579 Seçim bitti, ekonomik gerçeklere dönme zamanı. Türk ekonomisi Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında çözülmesi gereken zorlu engeller ve zorluklarla karşı karşıyadır. Ekonominin potansiyeli yüksek olmakla birlikte sorunları derin ve kronikleşmiş özellikler taşımaktadır...

The post Seçim Sonrasında Ekonomi: Rasyonele Dönüş Zorunluluğu first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
Seçim bitti, ekonomik gerçeklere dönme zamanı. Türk ekonomisi Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında çözülmesi gereken zorlu engeller ve zorluklarla karşı karşıyadır. Ekonominin potansiyeli yüksek olmakla birlikte sorunları derin ve kronikleşmiş özellikler taşımaktadır. Yüzüncü yılındaki sorunlarımız, engeller, fırsatlar ve çözüm yolları nelerdir? Sorusunun cevabı da kapsamlı olmak zorunda.

Türk ekonomisinin sorunları

Ekonomide yapılan anketler ve şikayetler dikkate alındığında insanların aklına gelen ilk sorun, enflasyon ve hayat pahalılığıdır. Fakat bana göre aslında ekonomideki ilk sorun, büyüme istikrarsızlığı ve dalgalanmaların yüksekliğidir. Çünkü gelişmiş tüm ekonomiler incelendiğinde hepsinin ortak bir yaklaşım, istikrarlı bir model ve sürekli bir iktisadi kültür içerdiğini görebilirsiniz. Mesela Almanya, ABD ve İngiltere denildiği zaman ülkenin eleştirilse bile ekonomik yapının ana unsurlarının sürekli değişmediğini ve istikrarlı yapının devam ettiğini görebiliriz. Türk ekonomisinin temel bir özelliğini tanımlayan bir genel özellik yerine istikrasızlık kavramı öne çıkmaktadır. Dolayısıyla ekonomik mücadelenin temel hedefi istikrarsızlığı azaltmak olmalıdır.

2018 yılından 2022 sonuna kadar olan dönemi incelersek, Türk ekonomisindeki dalgalanma ve tarz sorunu anlaşılmaktadır. Bu dönemde, pandemi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi nedeniyle dış sorunların yoğun olduğu göz önünde tutularak konunun incelenmesi gerekir. Ama dünyadaki tüm ekonomilerin benzer sorunlarla uğraştığını da unutmamak gerekir. Bu dönemde tablo 1’de gösterildiği gibi, tarım sektörü ortalama %1,9 oranında büyürken, büyüme oranları arasında %3,4 seviyesinde bir dalgalanma vardır. Yine sanayi sektörü büyümeye en çok katkı sağlayan sektör olmasına rağmen ortalama %5,2 büyürken %11,2 oranında dalgalanma yaşanmaktadır. Sanayi sektöründe çeyrek dönemler arasında %57 oranında aralıkta değişkenlik yaşanmıştır. Ülkenin mili geliri %4,6 büyürken, %6,4 oranında dalgalanmaktadır.  Türk ekonomisindeki dalgalanma ve değişkenlik sorunu ivedilikle çözümlenmesi gereken bir konudur. Çünkü bu değişim istikrarlı ekonomik büyümenin sağlanamadığını göstermektedir. Türk ekonomisinde inşaat sektörünün büyümede önemli olduğu bir gerçektir. Fakat ekonomik büyümede son beş yılda inşaat sektörünün %4,7 oranında küçüldüğü göz önüne alınırsa, inşaat sektöründeki küçülmenin hem konut fiyatlarını hem de kira maliyetlerini yükselmesinde etkisi olduğu göz ardı edilmez bir gerçektir. Yani inşaat sektörünün milli gelire katkısı olmadığı gibi ekonominin küçülmesine de neden olmaktadır.

İkinci önemli sorun ise, ekonomideki gelişmenin hangi finansman kaynakları ile sağlandığıdır. Grafik 1’de gösterildiği gibi Türkiye’deki büyümenin temel kaynakları kamu gelirleri ve banka kredileridir. Fakat Türkiye’nin dış borçlarındaki artış 2015 yılının başlangıcına göre %10 artmıştır. Türkiye’nin bankacılık sektörünün büyümenin finansmanında kilit rolü olduğu ve bankacılık sektörünün mali yapısının korunmasının önemlidir. 2021 sonrasında ise, bankacılık kredi hacmindeki artışın hızı düşerken, dış borçlarda artışın daha hızlı olduğu ortaya çıkmaktadır.  Dış borç artışının 2020 yılının ilk çeyreğinden sonra hızlı bir artış trendi yeni bir finansal risk göstergesidir. Türkiye’nin dış borç stokundaki artış trendinin devam etmesi hem kur hem de faiz baskısını artıracaktır. Türkiye’nin finansman maliyetlerini de artıracaktır.

Türkiye’nin yaşadığı ekonomik zorlukların izlenebildiği en önemli göstergeler, fiyat seviyesi, kur ve faizdir. 2021 yılının ikinci çeyreğinden sonra izlenen istisnai uygulamaları içeren ekonomi politikası(heteredoks) göstergeleri de kötüleştirmektedir. En önemli sorun da Merkez Bankası’nın para politikası üzerindeki etkinliğini kaybetmesidir. Bunu politika faizi ile kur-fiyat seviyesindeki ayrışmadan anlayabiliriz. Kredi faizlerinin de enflasyon ve kur karşısında aşağıda kalması ile bankacılığın düşük faizle fonlanıp kredi fonlaması şeklindeki sistem kısa sürede tıkınama işaretleri gösterdiği için ihtiyaç kredileri limitleri sınırlandırılmasına yönelik düzenlemeler ile sorun çözümlenmeye çalışılmıştır. Fakat kısa dönemde başarılı görünmesine rağmen, ekonomi politikasının içinden çıkılması zor bir labirentte dönüştürmüştür.  Geldiğimiz noktada grafik 2’de gösterildiği gibi kurun Kur Korumalı Mevduat sistemine rağmen yükseldiği, enflasyonun yüksek oranlarda seyrettiği ve buna rağmen ulusal paranın koruma mekanizması olan politika faizinin ise işlevini kaybettiği bir aşamaya geçilmiştir. Döviz kuru yükselişindeki sorunları çözümlenmesinde çözüm olarak ortaya konulan kur korumalı mevduat sisteminin de hem bütçeye hem de Merkez Bankası bilançosunu mali yükü artmaktadır. Dolayısıyla serbest kur politikasına saklı bir kamu müdahale sistemi olan kur korumalı mevduat sisteminin de tedrici olarak finansal sistemle entegre edilmesi gerekir.

Ekonominin küresel ekonomi ile olan ilişkileri ise kırılgan ve tek yönlü bir boyuttadır. Pandemi döneminde Çin’in üretim kapasitesinin azalması ve tedarik süreçlerindeki tıkanmalar Türk sanayisi için ihracatı kolaylaştırıcı rol oynadı. Aynı dönemde kur politikasının faizlerin düşürülmesi ile başlayan ani yükselişi ile ihracat hızlı bir artış sürecine girdi. Özellikle sanayi işletmelerinin yüksek enflasyona rağmen net karlılıklarının çok yüksek olduğu ve kısa dönemde döviz açık pozisyonlarını çözebildikleri bir dönem yaşandı. Fakat bu olumlu gelişmelere rağmen ihracatın %50-60 seviyesinde ithal girdi bağımlılığı ve enerji maliyetlerinin de ani yükselişi ithalatında hızlı yükselmesini tetikledi. Grafik 3’te gösterildiği gibi hiç kapanmayan dış ticaret açığı 2021 yılının son çeyreğinden sonra hızla artmaya devam etmektedir.

Türk ekonomisi üzerindeki en olumsuz eleştirilerden birisi de, döviz veya likidite krizine dönüşebilecek bir sorun olup olmadığıdır. Ekonomide turizm gelirleri, ihracat satışları, iç tüketim büyüklüğü ve üretken sanayi yapısı nedeniyle ekonomik çöküşten korunulsa da riskler asgari seviyeye düşmemiştir. Ekonomik risklerin yönetimi konusundaki tartışmalar ve rasyonellikten uzaklaşma çözülmesi gereken en önemli sorundur.

Ekonomik çözümler konusunda en önemli kavram ‘güven’ dir. Güven ekonominin psikolojik ve bilişsel gücüdür. 2018 ve 2023 yıllarında ekonomi yönetiminin en büyük kaybı, piyasaların kendilerine olan güven faktörüdür. Yeni ekonomi yönetiminin ilk zorluğu ekonomik yapıda güvenirliliği yeniden tesis etmektir. Diğer bir faktör ise ekonomik istikrarı sağlayacak ekonomik tarz yaratmaktır. Dünyadaki örneklerde otoriter rejimler tarafından yönetilen piyasa ekonomileri, demokratik yönetimlerdeki rekabetçi piyasalar gibi çok farklı modeller söz konusudur. Türk ekonomisini ise net tanımlayan bir karakteristik kavramdan söz edemiyoruz. Bu sorun uzun dönemli istikrarlı ve karakteri olan bir ekonomi politikası ile sağlanabilecektir. Büyük iktisatçımız Sabri Ülgener’in tespityle bu sorun ‘zihniyetle ilgilidir. Zihniyet sorunu, subjektif, değişken ve geleneklere bağlı değerler sisteminden, ülke gerçeklerine bağlı, küresel ekonomideki rekabeti anlayan, teknolojik gelişmelere uyumlu ve rasyonelleşme eğilimindeki bir ekonomi politikası ile çözebilecektir.

Çözümün başka bir unsuru da, dünya ekonomisindeki değişimlere ayak uydurabilme gücüdür. Dünya ekonomisindeki özellikle nüfusa dayalı ekonomik güçlerin yeniden yükselişe geçtiğini görmekteyiz. Özellikle bütün sorunlarına rağmen Çin, Hindistan ve Brezilya gibi büyük nüfuslu ülkelerin dünya ekonomisinde öne çıktığını fark etmek gerekiyor. Özellikle dünya nüfusunun en kalabalık kısmının Güney Asya ve Pasifik havzasında yoğunlaştığı dikkate alınırsa Türkiye’nin pazar konusunda çalışmalarını yeniden gözden geçirmesini gerektirmektedir.

Göz önünde tutulması gerekenlerden birisi de, rekabetçi rasyonel kapitalist modelin Fransız tarihçi Braudel’in tarihi tespitiyle dünyanın gelişmesinde bin yıldan daha fazla sürede ekonomik refahın kaynağı olduğu gerçeğinin unutulmamasıdır. Kolektivist veya devletin ekonomik kaynaklara sahip olduğu ekonomik modeller kısa dönemde başarılar elde etse de tüm tarihi tecrübeler uzun soluklu olmadıklarıdır. Yine bu modeller, ülke vatandaşlarının asıl sahibi olduğu piyasayı çökerttiği için dinamizmin kaybolmamasına ve insanların kamu mekanizmanızdan beslenen verimsiz ve yenilik gücünü kaybetmiş topluluğa dönüşmesine sebep olmaktadır. Türkiye’de devletin savunma sanayi ve tarım dışındaki faaliyetlerini olabildiğince küçültmesi ve geriye çekilmesi rekabet gücünü artıracaktır. Yine başarılı olarak uygulanan sağlık politikasının sürdürülebilirliği açısından sosyal güvenlik sisteminin finansman yapısının güçlendirilmesine yönelik önlemler alması da gereklidir.

Son dönemin an acil sorunu da, küresel ve bölgesel göç baskısını rasyonel olarak yönetmesidir. Türkiye’ye yönelik göç ve sığınmacı yayılımı ekonomik zorlukları da beraberinde getirmektedir. Türkiye’de nüfus yapısını değiştirdiği gibi, sanayi ve tarımın işgücü yapısını göçmenlerin üzerinden yürütülmesine dönüşmektedir. Ülkedeki göçmen ve sığınmacı sayısının nüfusun %8’e yakın seviyede değişmesine yol açtığı gibi, konut politikasının bozulmasına, enflasyon oranlarının hızla yükselmesine ve nüfus yapısının değişmesine neden olduğu için ulusal ekonomik model oluşmasına engeldir. Özellikle halen devam eden göç akımının durdurulması ve gelen nüfusun büyük kısmının ülkelerine geri gönderilmesi stratejik yönetim gerektiren ivedilikle çözümlenmesi gereken hususlardandır.

Ekonomi yönetiminden ilk beklenen piyasaların yerine oturması ve belirsizliklerin azalmasıdır. Ama asıl yapılması gereken ekonomide Türk tarzı diye adlandırılabilecek ekonomik istikrarı ve ülkeyi geleceğe taşıyacak bir model oluşturulması gerekir. Böylece, Türk gençliğinin gelecek kaygılarını azaltılıp, devlete olan güvenini artıracak bir politikanın oluşturulması, Cumhuriyetimizin 100. Yılında büyük bir iktisadi vizyon olacaktır. Türkiye’nin yeni yüzyılı tarihi iktisadi sorunu olan, tarz ve istikrar sorununu çözülmesi ile parlak bir asır olabilecektir.

05/06/2023

Prof. Dr. Mustafa Yıldıran

Saygı ve Sevgilerimle.

 

The post Seçim Sonrasında Ekonomi: Rasyonele Dönüş Zorunluluğu first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
https://yirmihaber.com/secim-sonrasinda-ekonomi-rasyonele-donus-zorunlulugu/feed/ 0
Bankacılık Credit Suisse Krizinden Etkilenir mi? https://yirmihaber.com/bankacilik-credit-suisse-krizinden-etkilenir-mi/ https://yirmihaber.com/bankacilik-credit-suisse-krizinden-etkilenir-mi/#respond Mon, 20 Mar 2023 17:38:46 +0000 https://yirmihaber.com/?p=6380 Dünyada 1907 yılından bu yana defalarca yaşanan banka krizleri ülkelerin görmek istemedikleri mali kabustur. Banka sektörü, bütün ülkenin hatta uluslararası para sisteminin kan dolaşımı gibidir. Herhangi bir aksamada toplu iflaslar..

The post Bankacılık Credit Suisse Krizinden Etkilenir mi? first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
Dünyada 1907 yılından bu yana defalarca yaşanan banka krizleri ülkelerin görmek istemedikleri mali kabustur. Banka sektörü, bütün ülkenin hatta uluslararası para sisteminin kan dolaşımı gibidir. Herhangi bir aksamada toplu iflaslar ve ekonomik çöküşü hızla tetikleyerek büyük bir ekonomik kaosa neden olabilir. 2008 yılında konut sektöründeki krediler ve bunlara bağlı finansal işlemler üzerinden yaşanan küresel mali kriz, ABD ve Avrupa’nın en büyük bankalarına trilyonlarca dolar bütçelerden yapılan sermaye enjeksiyonlarıyla çözümlendi. 2008 finans krizi, ABD ekonomisinin Asya ve yükselen ekonomiler karşısında güç kaybetmesine neden oldu. En son yaşanan ABD Silicon Valey Bank ve Signature Bank’ın iflası ile finans sektörü korku dolu günler yaşadı. Bu krizin bankacılık sektöründe büyük bir finans krizini tetikleyip tetiklemeyeceği tartışılırken, bir İsviçre bankası olan Credit Suisse’in Suudi kökenli ortağının sermaye artırımı yapmanın riskli olduğunu açıklaması üzerine yeniden bankacılık krizi tartışmaları alevlendi. BNP, Deutsche Bank gibi bankaların içinde bulunduğu hisselerde gün içerisinde %10 seviyesinde değer düşüşleri yaşandı. İsviçre merkez bankasının gerekli likiditeyi sağlayacağı çağrısı üzerine kriz piyasalara tam olarak sıçramadan yeniden fiyatlarda bir istikrar sağlanabildi. Fakat bankalara hücum ve banka sermayelerinin yetersizliği korkusu artık finansal piyasaların korkulu rüyası haline dönüştü. 2008 krizinde hatırlanacağı gibi, bankaların sağlam banka kanunları, zorunlu sermaye yeterlilik oranları ve sürekli yapılan stres testlerine rağmen yöneticilerin ‘devletin kurtarmak zorunda olduğunu bilmesinin avantajı’ ve yükselen faiz oranlarının geçmişteki aktif varlıklarının getirisi ile olan uyumsuzluğu (bilanço açıkları) nedeniyle hızla iflasa sürüklenmesi içten bile değildir. Zaten bankacılık sektörü, (1) düşük sermaye ile yüksek kaldıraçlı işlemler(emanet paralarla yapılan finansal operasyonlar) yaparlar; (2) yatırımlarını da para ve sermaye piyasasında değerlendirdikleri için finansal değişkenliklerden hızlı etkilenirler; (3) bankaya borç verenler(mudiler) ekonomik değişkenliklere ani tepkiler verirler(her türlü dedikoduda bankadaki paralara hücum ederler); (4) banka yöneticileri devletin kendilerini kurtaracağından emin hareket ederler(ahlaki riziko sorunu); (5) hükümetler bankaların batmamaları için kamu bütçe kaynaklarını hoyratça kullanabildikleri için sürekli olarak krize yatkındır.

Türkiye’yi ilgilendiren en önemli soru da, Türk bankacılık sektöründe bir bankacılık krizinden etkilenir mi? Bu sorunun akla gelmesinde geçmişteki 1994 ve 2001 bankacılık krizlerinin de izi vardır. Bu krizlerden 1994 krizine götüren iktisadi ortamda 1990’lı yıllarda büyük bütçe açıkları ve cari açık nedeniyle bankalardan kamu yüksek seviyede likidite kullanmaktaydı. Aynı zamanda bankalara yüzde yüz mevduat garantisi verilmiş ve bankaların ilişikli olduğu sermaye gruplarına kredi kullandırılmasında herhangi bir engel yoktu. Bu nedenle, kamunun bankalardaki likiditeye almak için sürekli faizleri yükseltmesi ve bankaların da kendi gruplarına kredi mekanizması ile mevduatları aktarması nedeniyle bankaların içerisi boşaltıldı. O dönem de tartışılan hesaplamalara göre 35-40 milyar dolarlık bir ekonomik etkiye sebep olan bankacılık krizi ardından da IMF ile anlaşmaya gidilerek olan geçici olarak çözülen bir ekonomik kriz yaşandı. 2001 yılında ise, Demirbank’ın sağlam yatırım aracı olduğu varsayımına dayanarak yüksek getirili kamu tahvillerine yatırımları üzerinden banka iflası gerçekleşti. Yine 1999 yılından sonra uygulanan sabit kur rejiminden dolayı Türk lirası üzerinden yapılan yatırımların 2001 yılında sabit kur sisteminin yıkılışı ile bankacılık çöktü. TL’nin devalüasyonu nedeniyle, bankaların TL alacaklarının yabancı para borçları karşısında değerini kaybetmesiyle aniden bilançoları çöküşe sürüklemesi ve sisteme yabancı para likiditesi sağlanamaması nedeniyle çok sayıda banka yine iflasa sürüklendi. Kamu bankalarının da hazine tarafından zorlanarak uygulatılan kredi ve destek politikası nedeniyle oluşan görev zararlarından kaynaklanan sermaye ihtiyaçları oluştu. 2001 krizinden sonra uygulanan IMF gözetimindeki ‘güçlü ekonomiye geçiş programı’ ile kamu bankalarının görev zararı uygulamasına son verildi. Bankacılık kanunu değiştirildi. Bankaların kredi politika risk temelli olarak yeniden yapılandırıldı ve sermaye yeterlilikleri Basel standartlarına göre yeniden düzenlendi. Türk bankacılığı 2008 yılındaki küresel finans krizine rağmen uzun yıllardır kriz yaşamadan faaliyetlerine devam etti.

ABD ve Avrupa’daki bazı bankaların Türk bankalarını etkileyip etkilemeyeceği analiz edildiğinde, Türk bankalarının geçmişteki zaaflarından uzak olduğu söylenebilir. Özellikle sermaye yeterlilik rasyosunun %18 üzerinde olması en önemli göstergedir. Buna rağmen Türk bankacılığının son yirmi yılda yurtdışındaki düşük faiz oranları ile getirdikleri sendikasyon kredilerini iç piyasada yüksek faiz oranı ile kredi olarak dağıtması şeklinde bir model uyguladığı bilinmektedir. Türk bankalarının 2021 yılından sonra dövizin hızlı değer artış ile bu modeli uygulamada zorluklar başladı. 2021 yılında başlayan Kur Korumalı Mevduat (KKM) sistemi kamu destekli olarak bankalara bir rahatlık sağladı. KKM sisteminin sürdürülebilirliği tamamen bütçedeki kaynaklara bağlı olduğu için önemli bir tehdit potansiyeli taşımaktadır.  Ayrıca kovid döneminde hükümet teşvikli kredi destek paketleri de bankacılık sektöründe önemli bir kredi genişlemesi sürecini tetikledi.

Bankacığın aktif pasif incelendiğinde Türk bankacılığın riskinin dünyadaki emsallerinden farklılık gösterdiği anlaşılmaktadır. 2021 yılında %58 mevduatla %53 kredi dağıtan bankalar, 2022 yılının sonunda %62 mevduatla %82 kredi kullandırmaktadır. Ayrıca bankacılıkta sürekli artan regülasyonlar nedeniyle, kamu menkul kıymetlerinin de son aylarda yükselişi vardır. MB bankalardaki likiditeyi düşük faizle karşılamakla birlikte. KKM’nin artan maliyeti ve dövizdeki son günlerdeki dalgalanmalarda Türkiye’deki bankacılığın yüksek karlılık ve yüksek sermaye yeterliliğine rağmen, ani değişimlerde likidite açısından sıkıntılarla karşılaşabilme ihtimali vardır. Ayrıca bankalar, 11 ildeki deprem dolayısıyla karşılaştığı yeni mali etkilere maruz kalmıştır. Fakat uluslararası kurumların raporlarındaki tespitlere göre Türk bankaları kısa dönemde zincirleme iflas ve sistemik krizden uzaktır. Bunun yerine daha çok kredi ve mevduat politikasında değişikliğe sebep olabilecek bilanço sorunlarına muhatap olabilir. Bu nedenle bankacılık sektörünün sürekli regülasyonlarla zorunlu uygulamalara yöneltilmesinden çok, kendilerini koruyabilecekleri rekabetçi politika üretmeleri sağlayacak bir ekonomik ortam oluşturulması daha rasyonel olacaktır. Bankaların sermayelerinin yüksek enflasyon tehdidinin yanında kamu borçlanmasını finanse etmeye kanalize edilmesi, bilanço risklerini daha fazla artırabilir. Bankalar ekonomik sisteminin para dolaşımının hayati kuruluşları olarak gözbebeği gibi korunursa, ekonominin tüm paydaşları kazançlı çıkacaktır.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Mustafa Yıldıran

 

 

 

 

 

 

 

The post Bankacılık Credit Suisse Krizinden Etkilenir mi? first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
https://yirmihaber.com/bankacilik-credit-suisse-krizinden-etkilenir-mi/feed/ 0
Büyük Deprem Felaketinin İktisadi Maliyeti Üzerine Bir Deneme https://yirmihaber.com/buyuk-deprem-felaketinin-iktisadi-maliyeti-uzerine-bir-deneme/ https://yirmihaber.com/buyuk-deprem-felaketinin-iktisadi-maliyeti-uzerine-bir-deneme/#respond Sat, 18 Feb 2023 16:20:27 +0000 https://yirmihaber.com/?p=6264 Tarihimizin en büyük deprem felaketini yaşadık. Acımız çok büyük, sınırsız ve unutulmayacaktır. Depremin manevi maliyeti hiçbir şekilde hesaplanamaz. Bütün kayıplarımıza Allah’tan rahmet ve yakınlarına sabırlar dilerim. Milletimizin başı sağ olsun!..

The post Büyük Deprem Felaketinin İktisadi Maliyeti Üzerine Bir Deneme first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
Tarihimizin en büyük deprem felaketini yaşadık. Acımız çok büyük, sınırsız ve unutulmayacaktır. Depremin manevi maliyeti hiçbir şekilde hesaplanamaz. Bütün kayıplarımıza Allah’tan rahmet ve yakınlarına sabırlar dilerim. Milletimizin başı sağ olsun!

Depremle nedeniyle, depremzedelerin ve bölgenin çok büyük ekonomik kayıpları da söz konusudur.  Depremin ekonomik sonuçlarının da değerlendirilmesi de gerekmektedir. Çünkü yeniden imar ve iktisadi kayıpların tazmini için hesaplamalar önemli olacaktır.

Merkezi Kahramanmaraş’ın ilçeleri olan ilki 7,7 ve ikincisi 7,6 olan iki büyük depremle karşılaştık. Depremde, Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Osmaniye, Kilis, Adana, Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya ve Diyarbakır’da büyük yıkımlara yol açtı. Daha doğru bir hesaplama kayıpların envanter bilgileri ve tespit raporlarının hazırlanması ile mümkündür. Dolayısıyla depremin maliyeti ile ilgili çalışmaların gerçekçiliği de bu hazırlanacak raporlarının ortaya çıkmasından sonra kolaylaşacaktır.

Depremden etkilenen 10 ilin ekonomideki payı %8,9 seviyesindedir. Özellikle Gaziantep, Osmaniye ve Kahramanmaraş sanayide bölgenin ve Ortadoğu’nun önemli merkezidir. İskenderun limanı, demiryolları, otoyollar, şehir altyapıları ve havaalanları da depremde büyük hasar görmüştür. Dolayısıyla gerçek maliyetlerin hesaplanmasında mühendislik ve teknik hesaplamalar da yapılmalıdır. Çünkü yollarda kullanılan materyal bilgisi ve teknik özellikler ancak konunun uzmanlarının tespiti ile ölçülebilir. Ayrıca Malatya, Hatay, Osmaniye, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa ve Kahramanmaraş Türkiye’nin tarımda önemli merkezleridir. Tarım sektörüne dayalı sanayi, gastronomi, turizm ve lojistik açısından da büyük kayıplar söz konusudur. Depremin ekonomik etkilerinin doğru ölçülmesi için en azından 2023 yılının istatistiklerinin yayınlamasının beklenmesi gerekir. Fakat depremin yaklaşık maliyeti üzerine çıkarım yapmak ta karşılaştığımız sorunun büyüklüğünü anlama açısından önemli olacaktır.

Depremin ekonomi üzerindeki hesaplamalarında muhasebe yöntemleri, ekonometrik yöntemler ve senaryo analizleri gibi yöntemleri kullanmak mümkündür.  Maddi hasar hesaplamalarında, bina, demirbaş, araçlar gibi aktifler için doğrudan maliyet hesaplanabilir. Fakat daha önemli olan alternatif maliyetler ise, GSYİH’daki muhtemel kayıpların hesaplanması ile mümkün olacaktır. Yenileme maliyetleri ve alternatif maliyetlerinin toplamı ise, dolaylı maliyetleri verecektir. Bu hesaplama alınan kriterlere göre değişkenlik gösterecektir. Çünkü yaklaşık birim ve değerler hesaplamalarını sonuçlarını da etkiler. Bu konuda Türkiye’de en kapsamlı bilgiler TÜİK üzerinden sağlanabilmektedir. Yine Kalkınma Planı kapsamındaki bilgilerde tahminler yapılarak kullanılabilir. Bu hesaplamada TÜİK bilgileri kullanılarak değişik senaryo varsayımları üzerinden yaklaşık(global) hesaplama yapılmıştır. Bu hesaplamaların doğruluğu bizim yaklaşımlarımıza göredir.

Hesaplama Varsayımları:

-İnsani kaybımız can yakıcı seviyelere ulaştığı ve bu acının telafisi olmayacağı için herhangi bir hesabı yapılamaz.

-10 ilin 2004-2021 yılları arasındaki GSYİH verileri üzerinden ortalama büyüme oranları hesaplanarak, 2022 yılı tahmin edilmiştir.

-Bina hesaplamasında Kalkınma Planı’daki 2017 yılı verileri üzerinden geçmiş beş yılın büyüme oranları üzerinden toplam bina sayıları tahmin edilmiştir.

-Araç sayılarında 2022 yılı TÜİK toplam motorlu araç sayısı hesaplamaya dahil edilmiştir.

-Üretim kaybı hesaplamasında Türk Ekonomisinde 10 ilin payı üzerinden yılın yarısının tamamen çalışılamayacağı varsayımı üzerinden hesaplama yapılmıştır.

Depremin Muhtemel/Yaklaşık Maliyeti

Depremin maliyeti üzerine ilk hesaplamalar uluslararası kurumlardan geldi. Fitch tarafından yapılan tahminden minimum 2 milyar dolar ile 4 milyar dolar arasında sigorta şirketlerinin kaybının söz konusu olabileceği tahmin edildi. Bina, araç ve demirbaş kaybının raporlarla açıklanıncaya kadar bu hesabın kesinleşmesi mümkün değildir. Bizim tahminimize göre, bina kayıplarının maddi değeri yaklaşık4,5 milyar dolar seviyesinde olacaktır. Demirbaş ve araçlarla birlikte muhtemel kayıpların toplamının 12,3 milyar dolar seviyesinde olabilir. Yenileme maliyetleri, yatırım süresini de dikkate aldığımızda enflasyon artı faiz maliyeti kadar artışı içereceği için yaklaşık 22,1 milyar dolar seviyesinde olması muhtemeldir. Asıl zor tahmin ise, milli gelir kayıplarıdır. Burada yıllık üretim yarısının yapılamayacağı varsayımı üzerinden yaklaşık 39 milyar dolar seviyende kayıp olasıdır. Toplam maliyetler ise, asgari 73 milyar dolar hesaplanabilir. Muhtemel deprem maliyetinin 2023 yılındaki mili gelire oranı da %9’a yakın tahmin edilebilir. Bu hesaplamada, beşerî sermayenin üretkenliği, muhtemel göçün getireceği işgücü kayıpları, altyapı ve ulaşım maliyetleri olmadığından tahmin için minimum değer olarak düşünmek gerekir.

Deprem Felaketinin Muhtemel Maliyetleri

 

Unsurlar

Muhtemel Kayıplar

(Milyar ABD dolar)

Bina Maddi hasar 4,477
Demirbaşlar 2,456
Araç Makine 5,366
Doğrudan Maliyetler 12,299
Yenileme Maliyetleri (toplam)

·         Bina

·         Mefruşat

·         Araç Makine

22,100

8,1

4,4

9,7

Üretim Kaybı

·         GSYİH kaybı (2023)

 

38,65

Dolaylı Maliyetler 60,750
Toplam Maliyetler 73,049
Maliyetlerin GSYİH’ya Oranı % 8,70

 

Artık devlet ve toplum olarak depremin yok ettiği beşerî ve iktisadi gücümüzü berhava etmemek için depreme duyarlı ve depreme karşı önlem alan bir millet olmamız daha büyük öneme sahip!

Milletimize başsağlığı ve yeniden ayağa kalma gücü dileğiyle, tüm vefat eden depremzedelere Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifalar dilerim. Allah memleketimizi afetlerden korusun!

Prof. Dr. Mustafa Yıldıran

The post Büyük Deprem Felaketinin İktisadi Maliyeti Üzerine Bir Deneme first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
https://yirmihaber.com/buyuk-deprem-felaketinin-iktisadi-maliyeti-uzerine-bir-deneme/feed/ 0
Dünya Kupası Ekonomisi: Büyük Beklentiler ve Hayal Kırıklığı https://yirmihaber.com/dunya-kupasi-ekonomisi-buyuk-beklentiler-ve-hayal-kirikligi/ https://yirmihaber.com/dunya-kupasi-ekonomisi-buyuk-beklentiler-ve-hayal-kirikligi/#comments Sun, 20 Nov 2022 20:29:53 +0000 https://yirmihaber.com/?p=5992 Dünya kupası düzenleyen ülkelerde her zaman büyük bir heyecan yaşanır. Heyecanın kaynağı tüm dünyadan değişik futbol takımlarına ev sahipliği yapmanın verdiği haz ile ülke ekonomilerinin hızlı bir gelişme sürecine gireceği..

The post Dünya Kupası Ekonomisi: Büyük Beklentiler ve Hayal Kırıklığı first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
Dünya kupası düzenleyen ülkelerde her zaman büyük bir heyecan yaşanır. Heyecanın kaynağı tüm dünyadan değişik futbol takımlarına ev sahipliği yapmanın verdiği haz ile ülke ekonomilerinin hızlı bir gelişme sürecine gireceği beklentisidir. İşin ekonomisi futbol kadar heyecanlı mıdır? Bunu yakından analiz etmek gerekir.

Dünya kupası ekonomisi ülkelere, kamu ekonomisi teorisine göre, Pareto iyimserliğine neden olmaktadır. Pareto iyimserliği, ülkenin ekonomik giderlerini artırmadan veya ülkedeki ekonomik refahtan hiçbir kayıp olmaksızın ek refah artışı beklentisidir. Dünya kupasını düzenleyen ekonomilerine etkisini analiz eden Martin Müller ve arkadaşlarının yaptığı 2022 yılında yayınlanan Türkçesi ’Olimpiyatların ve Futbol Kupalarının Yapısal Açığı’ başlıklı makalesine göre bu yaklaşım yanlış.  Yazarlar olabildiğince kısıtlı giderler üzerinden yaptıkları analizlerde 1966 yılından bu yana, 1986 Meksika ve 2018 Rusya hariç tüm organizasyonların gelirleri giderlerinin ancak %92’sini karşılamıştır. Yani bütün futbol organizasyonu düzenleyen ülkeler ekonomik olarak açık vermiştir. 1966’dan bu yana dünya kupalarından elde edilen gelirler 68 milyar Dolar seviyesindeyken; giderleri 125 milyar dolar seviyesindedir. Yani tüm organizasyonların toplam zararı, 55,5 milyar dolar seviyesindedir. Ülkeler fubol turnuvalarından net olarak zarar etmektedir.

O zaman ülkeler niçin bu şekilde organizasyon düzenlemeye heveslidir? Sormak gerekir. Bunun cevabını da yazarlar vermektedirler. Çünkü futbol organizasyonunu sırasında ülkelerde siyasi çalkantılar, iktidardan şikâyetler ve yolsuzluk haberlerinde düşüş olmaktadır. Yani futbol turnuvasının ülkelere ekonomik getiriden çok, geçici bir mutluluk ortamı sağladığı söylenebilir.

Katar 2022 için, ülkeye 1 milyon ile 1,5 milyon futbol ziyaretçisinin gelmesini beklemektedir. El-Monitor internet sitesindeki bir yazıya göre, 20 milyar dolar ekonomik getiri beklenmektedir. Bu rakam sonradan 17 milyar Dolar olarak düzeltilmiş. Katar’a on yıldan bu yana statlar yapılmakta ve altyapı geliştirilmektedir. Yapılan tesislerin çevreye duyarlı olması ve statlardan bazılarının dönüştürülebilir olması belki de Katar’ın en iyi ekonomik kararı olacaktır. Ya da Katar’ın dünyada isminin kısa süreli de olsa duyulması, ekonomik kazançtan önemlidir.

Ülkemizde ve dünyada da futbola yatırımların genelde getirilerin negatif olduğu göz önüne alınırsa, Katar’ın dünya kupasından ekonomik beklentilerden çok, eğlenceli bir futbol kupası zamanı yaşaması beklemesi gerekir. Katar veya yeni futbol turnuvalarını açıklayan kavramlar; futbol, festival, ekonomik fiyasko! söylenebilir.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Mustafa Yıldıran

The post Dünya Kupası Ekonomisi: Büyük Beklentiler ve Hayal Kırıklığı first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
https://yirmihaber.com/dunya-kupasi-ekonomisi-buyuk-beklentiler-ve-hayal-kirikligi/feed/ 1
Prof. Dr. Mustafa Yıldıran’ın Yeni Yazısı; Üç Haneli Enflasyon ve Enflasyon Muhasebesi https://yirmihaber.com/uc-haneli-enflasyon-ve-enflasyon-muhasebesi/ https://yirmihaber.com/uc-haneli-enflasyon-ve-enflasyon-muhasebesi/#respond Tue, 19 Jul 2022 23:12:50 +0000 https://yirmihaber.com/?p=5430 Küresel salgından sonra dünyada ve Türkiye’de enflasyon patladı. Türkiye’de 2019 yılının başından bu yana tüketici fiyatlarında %227, üretici fiyatlarında ise %389 artış var. Enflasyonu 2022 yılı Haziran ayı sonunda TÜİK..

The post Prof. Dr. Mustafa Yıldıran’ın Yeni Yazısı; Üç Haneli Enflasyon ve Enflasyon Muhasebesi first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
Küresel salgından sonra dünyada ve Türkiye’de enflasyon patladı. Türkiye’de 2019 yılının başından bu yana tüketici fiyatlarında %227, üretici fiyatlarında ise %389 artış var. Enflasyonu 2022 yılı Haziran ayı sonunda TÜİK ölçümlerine göre tüketici fiyatları,%78,6 ve üretici fiyatları da %138,31’e yükseldi. Yani Türk ekonomisi 2022 yılının Şubat ayından beri üç haneli enflasyon ortamındadır. Üretici fiyatlarının yüksekliği doğrudan üretim maliyetleri ile ilgili olduğu için, tüketici fiyatlarındaki beklentileri de olumsuz etkilemeye devam ediyor.

Enflasyonist ortam, insanların satın alma gücünü azaltmakta, ülkedeki fiyat davranışlarını bozmakta ve sürekli fiyat artışları beklentisi altında ekonomik belirsizlikleri artırmaktadır. Enflasyonla mücadele şartları da sürekli olarak zorlaşmaktadır. Türkiye’de enflasyon, para politikasındaki belirsizlik, kamu maliyesinde artan riskler, küresel emtia fiyatlarındaki artış ve gıda/yüksek teknoloji ürünleri/konut gibi iktisadi malların fiyatlarındaki artış beklentilerine bağlıdır. Bu konularda enflasyonla mücadele kapsamında hem kamuda ayrıntılı bir ekonomik program izlenmediği hem de küresel ekonomideki belirsizlik azalmadığı için, enflasyon tehdidi artarak devam etmektedir.

Enflasyonla mücadele de kim ne yapabilir? Sorusunun cevabı muhatabına göre değişecektir. Bireyler ve hane halkı enflasyon karşısında, satın alma gücünü sürekli kaybettiği için mücadele etme imkânları sınırlıdır. Kamu kesimi, küresel salgınla başlayan gevşek kamu maliyesi ve para politikası uygulamaları nedeniyle talep yönünden enflasyonun artışında etkisi bulunmaktadır. Klasik anlamda enflasyonla mücadele yöntemleri olan sıkı para politikası ve daraltıcı maliye politikası yöntemleri tercih edilmemektedir. Reel sektör ve firmalar ise, enflasyonla mücadelede ihracat pazarlarını çıkış yolu olarak görmektedir. Türkiye’de 2021 yılında İSO-500 firmalarının ihracatı %39 ve faaliyet karlılığı ise %139 artmamıştır. Fakat borçlanma faizlerinin yükselmesi ile firmaların finansman giderleri ve enflasyon nedeniyle maliyetleri artığı için karlılıklarının fiktif(görünürde) olup, olmadığı tartışmalıdır. Enflasyonist ortamda firmaların enflasyonla mücadele edebilmesi için, mali bilgilerinin enflasyondan arındırılması gerekir.

Türkiye’de normal enflasyon dönemlerinde hazırlanan mali tabloların, yüksek enflasyon dönemlerinde gerçekliği tartışmalı olacaktır. Tarihi değerler üzerinden kayıt yapılmasını içeren Vergi Usul Kanunu hükümlerinin uygulanması, firmaların planlama, yönetim ve stratejilerini olumsuz etkiler. Ayrıca sürekli fiyatları artan ürünlerin satışını yapan firmaların yüksek kar nedeniyle vergi yükü de artacaktır. Yine firmalar enflasyonun etkisini azaltmak için borçlanmaya yöneleceği için, borçlanmanın getirdiği finansal yüklerin finansal sıkıntı maliyetlerini artırması söz konusu olabilir. Ayrıca yabancı firmaların yerli paranın düşüşü nedeniyle, kur çevirme maliyetleri artacak ve uluslararası muhasebe standartları ile değerleme yapılmadığı için finansal tabloların güvenilirliği de tartışılacaktır. Bu nedenle, firmaları enflasyon muhasebesi uygulamaları ile gerçeğe yakın değerleme ve mali tablolar hazırlama imkânı elde edebilecektir.

Firmalarda enflasyondan arındırılmış mali bilgiler ‘enflasyon muhasebesi’ kurallarının uygulanması ile elde edilebilir. Türkiye’de enflasyon muhasebesi uygulamaları için, 2004 yılında 5024 sayılı kanun çıkarılmıştır. 1994 ve 2001 yıllarındaki üç haneli enflasyon rakamlarına ulaşınca ‘enflasyon muhasebesi’ düzenlemesi zorunlu oldu. Yalnız şimdiye kadar 2004 yılında uygulansa da, enflasyon muhasebesinin Türkiye’de tam olarak uygulandığını söylemek zordur.

Enflasyon muhasebesine geçiş şartları nelerdir?

Enflasyon muhasebesinin uygulanmasına VUK mük.298. maddesinde de sayılan aşağıdaki şartlar gerçekleştiğinde geçilir:

-İçinde bulunan dönem de dâhil yıllık Yi-ÜFE endeksine göre hesaplanan enflasyon toplamı son 36 ayda %100’ü geçmesi ve

-içinde bulunan dönemde %10’dan fazla olması durumda enflasyon muhasebesi uygulanır.

-Ayrıca enflasyon muhasebesini uygulayabilmek için (a) Gelir veya kurumlar mükellefi olmak, (b) bilanço esasına göre defter tutmak şartlarını da taşımak gerekir.

Kasım 2021’den sonra Türkiye’de enflasyon muhasebesi şartları oluşmasına rağmen, 20/01/2022 tarihli resmi gazetede yayınlanan 7352 sayılı kanuna geçici madde ile geçiş ertelenmiştir. Fakat düzenleme de ‘1/12/2023 tarihli mali tablolar, enflasyon düzeltmesi şartlarının oluşup oluşmadığına bakılmaksızın enflasyon düzeltmesine tabi tutulur’ ifadesi yer aldığı için 2023 yılında üçüncü maddede şartları taşıyan tüm firmalar enflasyon muhasebesi uygulayacaktır.

Türkiye’de firmalar için UMS 29 “Yüksek Enflasyonlu Ekonomilerde Finansal Raporlama” standardına göre finansal tabloların enflasyon düzelmesini de 2005 yılından bu yana yapılabilmektedir. Fakat VUK’na göre vergi matrahında enflasyon düzeltme sonucunda elde edilecek kar veya zararın işlemlere konu olamaz. Bu nedenle, firmalar enflasyon düzeltmesini yaptıklarında kendilerine gerçek finansal performanslarını ölçmek imkânı verecektir. Özetle, yeniden üç haneli enflasyonu gören Türk firmaları, enflasyon muhasebesi ile firma değerlerini enflasyondan arındırmak için araç olarak kullanabilir.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Mustafa Yıldıran

The post Prof. Dr. Mustafa Yıldıran’ın Yeni Yazısı; Üç Haneli Enflasyon ve Enflasyon Muhasebesi first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
https://yirmihaber.com/uc-haneli-enflasyon-ve-enflasyon-muhasebesi/feed/ 0
Ukrayna’nın İşgalinin İktisadi Cephesi https://yirmihaber.com/ukraynanin-isgalinin-iktisadi-cephesi/ https://yirmihaber.com/ukraynanin-isgalinin-iktisadi-cephesi/#respond Mon, 07 Mar 2022 23:04:19 +0000 https://yirmihaber.com/?p=4736 Putin hazmedemediği parçalanmanın intikam duyguları içerisinde Ukrayna’ya saldırdı. Ukrayna halkı, otuz yıldır komünizmin fakirlik ve dışlanmışlık mirasını, dünyanın en büyük nükleer faciasını ve batı ile Rusya arasında kalmışlık sorunlarının tamamını..

The post Ukrayna’nın İşgalinin İktisadi Cephesi first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
Putin hazmedemediği parçalanmanın intikam duyguları içerisinde Ukrayna’ya saldırdı. Ukrayna halkı, otuz yıldır komünizmin fakirlik ve dışlanmışlık mirasını, dünyanın en büyük nükleer faciasını ve batı ile Rusya arasında kalmışlık sorunlarının tamamını aşarak bağımsız bir devlete sahip olmanın tadını almışken saldırıya uğradı. Saldıran tarafın iddiaları yüzyıllar önceki gerçeği yanlışından ayırt edilemeyen tarihi vakalara ve bağımsız bir devletin kendi iradesi ile uluslararası bir organizasyona üye olmasının mümkün olmayacağı yönündedir. Putin yayılmacılık doktrini, 2014 yılında Ukrayna’nın Kırım Özerk Devleti’ni işgal etmesine rağmen,  ülkenin öncelikle doğusu ve son olarak da ülkenin yönetimi ele geçirme hırsıyla işlemektedir.

İşgalin ekonomik yönü, siyasi ve tarihi cephesi kadar önemlidir. Öncelikle Rusya, Avrupa ekonomisi ile karadan bağlantı noktasıdır. Rusya’nın Ukrayna’yı ele geçirmesiyle, Azak Denizi, Odessa ve Kırım limanları ile Karadeniz ticaretini de kontrol edebilecektir. Dünya ekonomisinde yaklaşık iki bin yıldır en önemli ticaret hattı da Ukrayna’nın sahip olduğu bölgeden geçmektedir. Bu kadar büyük jeoekonomik bir üstünlüğü olan coğrafyanın ele geçirilmesi Rus yayılmacılık stratejisinin en önemli unsurudur. Rusların milli doktrini diyebileceğimiz Avrasyacılığında Ukrayna olmadan mümkün olamayacağı söylenebilir. Bu kadar önemli bir olayın ekonomik yönünü, Rusya’nın ekonomik hazırlığı, Ukrayna krizinin maliyetini ve muhtemel ekonomik sonuçları açısından değerlendirebiliriz.

İşgal Öncesi Ekonomik Hazırlık

Putin 2014 yılından beri ekonomik güvenlik odaklı bir politika uygulamaktadır. Bunun için üç temel strateji geliştirdi. Birincisi, petrol gelirleri ile ülkedeki finansal yeterliliği artırmak. Son beş yılda ortalama %20 büyüyen uluslararası rezervleri 600 milyar dolar seviyesine taşıdı. İkincisi de, Avrupa ile enerji ağlarını Ukrayna dışına çıkarmak. Özellikle büyük gerilimlere rağmen Kuzey akım projesi doğal gazın Almanya’ya tek elden ulaştırılması hedefi gerçekleştirdi. Böylece doğalgaza bağlantısını sağlayarak Ukrayna’nın enerji piyasasındaki önemini ve etkisini azaltmak. Üçüncüsü de, ülkede finansal işlemlerinin dolar ve Avrupa para birimlerinin etkisini azaltmak. 2020 yılında uluslararası rezervlerindeki dolar payını tamamen kaldırdı. Ayrıca Türkiye dedâhil bütün ülkelerle ulusal paralar üzerinden ticari anlaşmalar yaptı. Bu hazırlıkları 2019 yılında olgunluğa ulaşmasına rağmen, araya giren Kovidsalgını Rusya’nın saldırısını geciktirdi. 2022 yılında Ukrayna’nın AB veya NATO’ya katılması ihtimalinde Rusya’nın ekonomik riskleri de artacağından, artık işgali tamamlamak için daha fazla beklemedi.

Ukrayna Krizinin Maliyeti

Ukrayna krizinin maliyeti çok boyutlu analiz edilmesi gerekir. Öncelikle Rusya ekonomisine etkisi ne olabilir? Rusya ekonomisi için, muhtemelen Putin’in öngörmediği kadar büyük ambargo paketleri açıklanmaya başladı. Batı ve ABD ülkeleri, ticari ve finansal yaptırım kararlarını işgalin dördüncü gününde artırarak uygulamaya başladı. Bunlar arasında, sivil havacılık alanının kapatılması, rezervlerin dondurulması ve küresel ödemeler sisteminden çıkarılması şeklindeki yaptırımlar önemlidir. Özellikle, Rusya ekonomisinde içerideki halkın bankacılık sistemine yüklenmesi ve uzayabilecek bir savaş döneminde batıdan gelen ticari malların eksikliği, 1991’deki yokluktan da fazla etkileyecektir. Çünkü artık Rus halkı tüketimin farkına varmış kapitalist bir halktır. Ayrıca özellikle doğalgaz tehditleri nedeniyle Avrupa’nın alternatif arayışı hızlanacaktır. Bu durumda Türkiye’nin enerji güvenliği açısından bölgedeki önemi artacaktır. Rusya Azerbaycan gazının Türkiye’den AB’ye ulaşmasını tehditle engellese bile, İsrail, Katar ve Irak’tan tedarik edilecek gazların aynı hatlardan AB’ye ulaştırılması mümkündür. Rusya’nın Çin ve Hindistan piyasasına yeniden açılıncaya kadar yaşayabileceği ekonomik çalkantılar Putin yönetiminin işini zorlaştıracaktır. Ayrıca Rusya’nın kullandığı askeri teknolojilerin demode olduğu anlaşıldıkça caydırıcılık gücü de azalacaktır. Fakat orduların sahip olduğu teknolojilerinin yetersizliği anlaşılınca nükleer saldırganlığa geçmesi dünya ekonomisi için salgından sonraki en büyük kriz olacaktır.

Muhtemel Ekonomik Senaryolar

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi halinde Avrupa’nın enerji güvenliği tamamen Rusya’nın inisiyatifinde kalacaktır. Rusya Avrasyatahıl piyasasını tek başına ele geçirebilir. Karadeniz ticaretini tamamen kontrol edecektir. Ayrıca doğu Avrupa’ya doğru yayılma stratejisi izleyecektir. Bu durumda tahıl ve enerji fiyatları sıçrayacağı için, Rus ekonomisi açısından sıçrama etkisi yapacak bir gelişme olabilir.

Rusya’nın ilk beş günlük savaş performansı tartışılmakta ve ekonomik ambargo şiddeti sürekli artmaktadır. Bu durumda baskı altındaki Rus ekonomisinde ülkedeki şirketlerin değerini kaybetmesi, Rus oligarkların uluslararası servetlerini kaybetmesi ve bankacılık sisteminin çökmesi gibi altından kalkılamaz sorunlarla karşılaşabilir. Böylece 1991 yılındaki görüntüler yaşanabilir. Kısa sürede, Tataristan, Dağıstan ve diğer bölgelerde bağımsız ülkelerin sayısı artabilir. Putin bütün muhtemel risklerin karşısında ‘nükleer tehdit’ kozunu gerçekleştirmek isterse, dünya ekonomisi tarihi krizlerden birisine dahi maruz kalabilir.

Türk ekonomisine etkiler

Türk ekonomisi için Rusya’nın işgali ve nükleer tehdit, kısa ve uzun dönemli etkileri olacaktır. Kısa dönemde emtia fiyatlarının artışı ve insani kriz nedeniyle ekonomik yapı olumsuz etkilenecektir. Uzun dönemde ise, Rusya’nın enerji ticaretindeki yeri azaldıkça Türk ekonomisinin enerji kanalı olarak önemi artacaktır. Ayrıca Rusya’nın finansal sistemden çıkarılması halkın refahını olumsuz etkileyeceği için turizm talebi olumsuz etkilenecektir. Yine savaş nedeniyle artan jeopolitik riskler ülke riskini artırdığı için borçlanma maliyetlerini, döviz kurunun değerlenmesi nedeniyle artacak kur riski baskısı, tahıl ve doğal gaz maliyetlerinin artışı nedeniyle cari açık sorunu baş gösterebilir. Uzun dönemde Türkiye’nin para ve maliye politikasını değişmesi gerekecektir. Bütün dünya ekonomilerinde artan enflasyonun durdurulmaz boyutlara gelmesi de, Türkiye’de enflasyon riskini daha tetikleyebilecek potansiyele sahiptir.

Savaş, her hâlükârda insanları ve ülkeleri vahşi bir ortama sürükleyen acımasız insanlık suçudur. Putin savaşı Pandora’nın kutusundan çıkararak dünyaya yeniden taşıdığı için insanlık suçlarının ve ekonomik problemlerini sorumlusu olarak tarihe şimdiden geçecektir. Türkiye için en büyük ekonomik başarı savaştan uzak kalmak olacaktır.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Mustafa Yıldıran

 

 

 

 

The post Ukrayna’nın İşgalinin İktisadi Cephesi first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
https://yirmihaber.com/ukraynanin-isgalinin-iktisadi-cephesi/feed/ 0
Prof. Dr. Mustafa Yıldıran’ın Yeni Yazısı; “Salgına Karşı Sanayi ve İhracatın Yükselişi” https://yirmihaber.com/salgina-karsi-sanayi-ve-ihracatin-yukselisi/ https://yirmihaber.com/salgina-karsi-sanayi-ve-ihracatin-yukselisi/#respond Mon, 26 Jul 2021 22:13:06 +0000 https://yirmihaber.com/?p=4072 Türk ekonomisinin güçlü yönü salgında ortaya çıktı. Türk sanayisinin küçümsenmeyecek bir beceri ve uyum yeteneğine sahip olduğu gerçeği salgındaki bütün olumsuzlukların içerisinde ümit veren ekonomik faktör. Türk sanayisinin yükselmesini sağlayan..

The post Prof. Dr. Mustafa Yıldıran’ın Yeni Yazısı; “Salgına Karşı Sanayi ve İhracatın Yükselişi” first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
Türk ekonomisinin güçlü yönü salgında ortaya çıktı. Türk sanayisinin küçümsenmeyecek bir beceri ve uyum yeteneğine sahip olduğu gerçeği salgındaki bütün olumsuzlukların içerisinde ümit veren ekonomik faktör. Türk sanayisinin yükselmesini sağlayan bir diğer ekonomik beceri de ihracat yeteneği. Bazı olaylar çabuk unutuluyor, ama bu başarı da Türk sanayicilerinin yetenekleri ekonomi için çok önemli. Fakat bu konuda ilk övgüyü Türkiye’yi ekonomide dönüştüren büyük devlet adamı eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal hak ediyor. Eğer vaktiniz varsa Mehmet Ali Birand’ın muhteşem 32. Gün arşivinden ‘Özal’lı yıllar’ bölümünü izlerseniz daha iyi anlayacaksınız. Biliyorsunuz ki, Türkiye Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu ve Özal’ın başbakan müsteşarı olarak öncülük ettiği 24 Ocak 1980’de 24 Ocak Kararları ile Türk ekonomisi kapalı bir iktisadi yapıdan dışa açık ve ihracat
yönelimli bir ekonomi olmaya karar verdi. Böylece 1983 yılında başlayan Özal’ın başbakanlığında ANAP iktidarı, 24 Ocak Kararları ile belirlenen ekonomik hedefleri uyguladı. Özellikle de Özal, ihracat yönelimli ekonomi politikası için işadamlarını yönlendirdi ve cesaretlendirdi. O kadar büyük bir değişim tek başına sağladığı bile söylenebilir. Aynı belgeselde Sakıp Sabancı dönüşüm araçlarından sadece bir tanesi olan ihracat için KDV iadesinin verilmesini anlayamadıklarını ve ekonominin iflas edeceğini düşündüklerini Özal’a karşı mahcubiyetini söylemektedir. İşte bu dönüşümün kırk yıllık sonucu olarak günümüzde Türk sanayicisinin ve ihracatçısının salgında başardıkları ile karşımıza çıkmaktadır.

Salgın döneminde Türk ekonomisinde hizmetler sektöründe meydana gelen durgunluğun sanayi sektöründe oluşmadığı görmekteyiz. Kamunun uyguladığı kısa çalışma ödeneği, kredi kolaylıkları ve diğer desteklerin de amaçlarına sanayi açısından ulaştığı gözlemlenebilmektedir. Yalnız döviz kurundaki değer düşüklüğü ihracata dönük sanayiyi teşvik ettiğini görsek de, kurdaki gelişmeler ekonominin bütünü açısından risk oluşturmaktadır. Sanayi üretimindeki artış devam ederken, sanayi yapısı da düşük teknolojiden yüksek teknolojiye doğru dönüşmektedir. Salgında tüm dünyada yaşanmakta olduğu gibi Türk sanayisinin de dijital ve yüksek teknolojiye doğru bir dönüşüm
geçirdiğini görmekteyiz. Şekil 1’de gösterildiği gibi, Sanayi endeksi 2019 yılından beri sürekli artmaktadır ve yüksek teknoloji endeksi 2021 yılının Mayıs ayında %122 seviyesine kadar çıkmıştır.

Sanayideki dönüşüm ve becerinin en büyük yansıması da, ihracattadır. 2021 yılı ihracatının TİM tarafından 200 milyar dolar seviyesine çıkacağı tahmin edilmektedir. Ocak 2021’de aylık ortalama ihracat 13 milyar Dolar seviyesindeyken, Haziran ayında 18 milyar dolar seviyesine çıkmıştır. Ocak ayına göre ihracat yaklaşık %36 seviyesinde yükselmiştir. İller bazında ise Batı Akdeniz ve Ege’deki bazı komşu iller arasında bir karşılaştırma da, Isparta ve Denizli’nin bölgedeki diğer illerden ve Türkiye ortalamasından daha hızlı bir ihracat artışı sağlamıştır(Şekil 2) . Denizli ilinin 1980’lere kadar giden ihracatçı geçmişi ve tekstil sektöründeki göreceli üstünlüğü ile sanayi de artan bir performans gösterdiği görülebilir. Salgın döneminde iller açısından ihracatın ekonomideki zorlukları aşmada yeniden alternatif olduğu da söylenebilir.

Ekonominin sanayi performansı İSO-500 Büyük sanayi firması verilerinden de anlayabiliriz. 2020 yılındaki 500 büyük sanayi araştırmasında da ortaya çıkan gerçek bütün risklere rağmen, sanayi işletmeleri esas faaliyet karlılığını(sanayideki üretimden kazanılan gelir) artırmış ve küçük de olsa reel büyüme gerçekleştirmiştir. Yani Türk sanayicisi kırk yıllık ekonomik dönüşümden sonra salgın döneminde aldığı destekle birlikte, sanayi de hem ayakta kalmış hem de salgın dönemine uyum sağlamayı başarmıştır. Sanayide başarılara rağmen, borç artış oranı, kur riski ve sürdürülebilir büyümeye yönelik değişimin tamamen sağlayamamış olması gibi riskler de gelecek açısından önemli tehditlerdir. Yine sanayide yüksek performans varsa da, uluslararası emsallerine göre Türkiye’deki sanayi işletmelerinin borsadaki değer düşüklüğü ekonomi açısından büyük bir risktir. Bu risk işletmelerin kolay el değiştirebileceği tehdidi nedeniyle, ekonomik güvenlik açısından da ele alınmalıdır. Türk sanayicisi ve ihracatçısının karşısındaki risklerin azaltılması ile farklı alternatiflerin de her zaman ortaya çıkacağını düşünmek gerekir. Türk sanayicisinin ve girişimcisinin sağladığı başarı, ekonominin tamamına aktarılabilmesi için 24 Ocak Kararları ile sağlanan büyük dönüşüm gibi yeni bir transformasyon gerekmektedir. Artık gelişmiş ekonomilerdeki gibi yenilikçi bir ekonomik yapı ve Kovid sonrası dönemde iklim değişikliklerine uygun karbon temelli bir ekonomik dönüşüm ekonomimiz için daha da önemli olacaktır.

Prof.Dr. Mustafa Yıldıran

 

The post Prof. Dr. Mustafa Yıldıran’ın Yeni Yazısı; “Salgına Karşı Sanayi ve İhracatın Yükselişi” first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
https://yirmihaber.com/salgina-karsi-sanayi-ve-ihracatin-yukselisi/feed/ 0
Vergiler Artacak mı? Ya da salgın yükünü kim karşılayacak? https://yirmihaber.com/vergiler-artacak-mi-ya-da-salgin-yukunu-kim-karsilayacak/ https://yirmihaber.com/vergiler-artacak-mi-ya-da-salgin-yukunu-kim-karsilayacak/#respond Mon, 14 Jun 2021 22:01:58 +0000 https://yirmihaber.com/?p=3138 Küresel salgınla ilgili ilk kez tünelde ışık göründü. Işıkla birlikte ekonomik tartışma konuları da değişim geçiriyor. Bilindiği gibi devletler,salgında işsizliğin ve iflasların önlenmesi, sağlık sistemin sürdürülebilirliği ve piyasaların çöküşten korunması..

The post Vergiler Artacak mı? Ya da salgın yükünü kim karşılayacak? first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
Küresel salgınla ilgili ilk kez tünelde ışık göründü. Işıkla birlikte ekonomik tartışma konuları da değişim geçiriyor. Bilindiği gibi devletler,salgında işsizliğin ve iflasların önlenmesi, sağlık sistemin sürdürülebilirliği ve piyasaların çöküşten korunması için büyük miktarlarda paketler açıkladı. Özellikle gelişmiş ülkelerin salgın döneminde ekonomilerin sürekliliği ve işsizlik dalgası oluşmaması için parasal genişleme ve mali destekler şeklinde yoğun bir destek programı uyguladılar. Sağlam bir kamu sağlık sistemi olmayan ABD’de ve birçok ülkede aşılama ve kovid nedeniyle sağlık yardımları da paketlerin önemli kısmını oluşturdu. Gelişen ülkeler ise destek politikasında nispeten daha düşük seviyede kaldı. Bu ülkeler arasında Türkiye, 2019 yılında Ekonomik kalkan programı ve diğer destek programları ile ekonomik mücadeleye başladı. IMF hesaplamalarına göre, 2020 yılında yaptığı destekler Milli Gelirin %1,1’i seviyesindedir. Türkiye’nin 2020 yılında sağlık harcamaları bütçeden en yüksek payı alan harcamalarındadır. Bu nedenle diğer ülkelerden farklı olarak sağlık harcamalarını yeniden artırmasına gerek kalmamıştır. Salgın döneminde Türkiye’nin destek politikaları dünyadaki eğilimler doğrultusunda devam etmiştir. Fakat kayıt dışı çalışanlar ve günübirlik iş sahiplerinin desteklerden nasıl yararlandığı tam olarak belli değildir.  Artık salgında sona yaklaşıldığına dair beklentiler artıkça ülkeler, salgında uyguladığı ekonomi politikalarının yol açtığı mali genişlemenin sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Salgından sonra artan bütçe açıkları, yükselen enflasyon ve işsizlik dalgası karşısında azalan mali imkânların çözümlenmesi için ne yapılabilir? Ülkeleri ikiye ayırmak gerekecek, hızlı çıkış yapanlar ve sorunlarla boğuşanlar olarak. Çin, İsrail, ABD ve İngiltere gibi ülkelerin hızlı bir çıkış yapabilenlerden olacağı tahmin edilecektir. Brezilya, Hindistan gibi ülkeler ise salgın krizini derinden hissedenlerdendir. Avrupa örneğinde konuya bakacak olursak 5 milyar Avro seviyesinde borçlanma gereği, 247 milyar Avro’ya yükselmiştir. Daha net ifade ile AB’de 2019 yılının son çeyreği ile 2020 yılının son çeyreğindeki dört dönemde kırk kattan fazla borçlanma ihtiyacı artmıştır.

Asıl sorun ise salgından sonra başlayacak. Salgında artan kamu harcamaların maliyeti şimdiki nesil mi karşılayacak? Yoksa gelecek nesillere borç olarak mı bırakılacak?

O zaman devletler için iki seçenek var ya vergi ya da borç bulunması gerekecek. Daha korkunç olanı ise, para basarak finanse etmek herhalde bu ihtimal kamu mali politikası olarak düşünülmeyecektir.

Borçlanmanın dünyadaki boyutları incelendiğinde borç yükünün AB ülkelerinde ve ABD’de milli gelirin çoğunlukla üzerine çıktığı görülmektedir. Bu ülkelerin borç yükü %80 ile %200 arasında değişmektedir. Aslında borçlanma limitlerinin artık son haddine gelindiğini söylemek zor olmayacaktır. Tek avantajları ise, ABD doları ve Avro’nun dünyada rezerv para olarak kullanılması nedeniyle hala borçlanma imkânlarının devam etmesidir. Eğer Çin ile devam eden ekonomik savaşla birlikte borçlanma da yeni sorunların oluşacağı tahmin edilebilir.

Kamu vergi politikasını yürütenlerin rüyalarında ise, servet ve gelir artışı elde edenlerden vergi toplamak en iyi ihtimaldi. Bu verginin tek seferlik bir servet vergisi mi olacağı veya sürekli vergi olarak mı toplanacağı da tartışmalar arasındadır. RobinHood vergisi, Buffet vergisi vs. gibi isimlerle önerilen bu vergiler özellikle sosyal demokrat ve sosyalist iktisatçıların tüm yazılarında desteklenen görüşler olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca kovid döneminde hızlı satış geliri elde eden ve değer artışı sağlayan dijital firmalara dönük vergilerin salınması da, hem AB de hem de ABD yönetiminde alternatifler arasındadır. Kurumlar vergisine getirilen minimum vergi oranı ise vergi cennetleri ile savaşta ne kadar başarılı olacağı tartışmalı. Kurumlar vergisi mükellefleri olan küresel şirketlerin vergi yükleri ‘0’ seviyesinde. Bu şirketlerin sermayelerini gezdirmeleri devam edecek gibi görünüyor ve kripto paralarında mali transfer işlemlerinde vergisiz yöntemi olarak kullanıldıkça kurumlar vergisinden ek gelir toplanması mümkün olamayabilir.

Türkiye’de ise Kurumlar Vergisi’nin artırılması ve bazı işlem vergilerindeki artışlar kısmi kaynak sağlama da 2021 yılında işleme alınmış durumda. Türkiye’nin salgın döneminde dijital mali işlemlerin artmasından dolayı tahsilat/gelir oranı yükselmiştir. Yani verginin tahsilatındaki artış finansman açısından da önemli bir gelişmedir. Türkiye’nin en önemli avantajı borçlanma limitlerinin esnek olmasıdır. Ama dövizdeki hızlı yükseliş ve artan enflasyon nedeniyle uzun vadeli borçlanma maliyetlerini artmaktadır. Enflasyondaki aralıksız yükselme ve kur artışı borç tedarikinde zorlanmaları da beraberinde getirecektir. Bu nedenle borçlanma limitlerinin hızlı bir şekilde arttırması mümkündür. Türkiye’nin sağlayabileceği yabancı sermaye girişi de finansal imkânlarını genişletilebilir.

Türkiye’de şirketler kesiminde sanayi işletmelerinin salgın döneminde borç yükünü azaltmayı başardığı fakat hizmetler sektöründe borç yününün artığı görünmektedir. Eğer vergi yükü hızlı artarsa salgından çıkışın meydana getireceği ek mali yüklerin finansmanı firmaları yeni arayışlara yöneltebilir.

Bütün ülkelerde salgının bitmesinden sonra kurulacak yeni dünyada vergi ve borç yüklerinin artacağı kaygısı artmaktadır. Ülkelerin hızlı ekonomik gelişme ile birlikte bu sorunların üstesinden gelmesini dileyelim ki, kayıtlı vergi yükünün yüksek olduğu zamanlarda, ek vergi yüküyle veya yeni borç yüküyle karşılaşılmasın.

Saygılarımızla.

Prof. Dr. Mustafa Yıldıran

 

 

The post Vergiler Artacak mı? Ya da salgın yükünü kim karşılayacak? first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
https://yirmihaber.com/vergiler-artacak-mi-ya-da-salgin-yukunu-kim-karsilayacak/feed/ 0
Kur Hareketleri ve Mali Gelecek https://yirmihaber.com/kur-hareketleri-ve-mali-gelecek/ https://yirmihaber.com/kur-hareketleri-ve-mali-gelecek/#respond Mon, 29 Mar 2021 17:32:20 +0000 https://yirmihaber.com/?p=2655 Türkiye’de döviz kur hareketleri son iki haftadan beri arttı. Finansal piyasalarda özellikle borsada kur artışının sermaye girişlerini olumsuz etkilenebileceği fikri üzerinden, ekonomistler ve yatırımcılar çoğunluğu meydana gelen kur artışlarını dikkatle..

The post Kur Hareketleri ve Mali Gelecek first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
Türkiye’de döviz kur hareketleri son iki haftadan beri arttı. Finansal piyasalarda özellikle borsada kur artışının sermaye girişlerini olumsuz etkilenebileceği fikri üzerinden, ekonomistler ve yatırımcılar çoğunluğu meydana gelen kur artışlarını dikkatle izlemeye başladılar. Aslında kurun artışından çok, kurun günlük değişim aralığının yüksek olması kur riski açısından önemlidir. İhracatçılar, dövizle borçlananlar ve kamu finansmanı açsısından bu sorun ekonomik sorunlar arasında en üsttedir. 2005 yılından sonra kurun seyri incelendiğinde, 2017 yılından sonra dalgalanmaların arttığını göstermektedir.  2012 yılından 2021 yılının Mart ayı sonuna kadar olan günlük döviz dalgalanmaların ortalama günlük değişimi Avro’da %4,37, dolar da ise %3,74 seviyesindedir. Bu oranlar, dövizle sözleşme yapacaklar için endişe verecek seviyedir. Yine aynı dönemde günlük %10’a yakın değer artışı şeklinde değişim olması ise, dünya ekonomisinde herhangi bir gelişmekte olan ülke açısından dövizle işlem yapmayı zorlaştırır. Aynı zamanda hem gelişmiş hem de gelişen ekonomilerde enflasyon korkusu ile birlikte ABD merkezli faiz oranlarının artacağı beklentisi de, kuru hareketlendirebilir.

Türkiye’de ekonomideki belirsizliklerin kaynakları küresel salgın ve jeopolitik riskler önceliklidir. Küresel ekonomide meydana gelen Brexit, Çin-ABD ticaret savaşları, İran ve Rusya ambargoları, Libya krizi, Doğu Akdeniz mücadelesi gibi tamamı belirsizlikleri artıran gelişmeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda MB para politikası araçlarını jeopolitik belirsizliklerin yönetilmesi sırasında kur operasyonlarında kullanmıştır. MB verilerine göre, döviz rezervleri incelendiğinde, 2016 yılının başında yaklaşık 93 milyar dolar seviyesinde, 2021 yılının Mart ayında ise 54 Milyar dolar seviyesinde gözükmektedir. Döviz rezervlerindeki azalış görünmesine rağmen, Türkiye’de en yüksek kur riski taşıyan özel firmaların dövizli borçları açık pozisyonlarındaki risk seviyesi kısmen de olsa azaltmayı başarmışlardır. 2016 yılında firmaların pozisyon açığı 189 milyar dolar seviyesindeyken, 2021 yılının başında 157,5 milyar dolar seviyesine düşmüştür. Firmaların artan kur dalgalanmalarına karşı kendilerini korumaya geçtiğini göstermektedir. Fakat firmaların geliştirdikleri koruma kalkanına rağmen, kurdaki ani artışlar kur tehdidinin de devam ettiğini de göstermektedir. Türkiye’de yüksek kur ihracatı artırıcı yönde etkisi olsa da, ithalat girdilerinin ve dış borçlanmanın maliyetini artırdığı için ‘kura bağlı’ rekabetçilik gücünün azalması gibi Türk ekonomisinde uzun dönemde yeni risklere neden olabilir. Bu nedenle ekonomide kur belirsizliğinin azaltılması piyasa güvenine bağlı olacaktır.

Türkiye için kurun istikrara kavuşması için dış risklerin azaltılması kolay olmayacağı için, iç piyasada dalgalanmayı artıran faktörlerin öne çıkarılması gereklidir. 2021 yılının başından beri vurgulanan ekonomide güven artırıcı önlemlerin alınması ve bir plana bağlı uygulanması daha önemli gözükmektedir. Türkiye’de Turgut Özal’ın öncülüğünde Serbest Piyasa Ekonomisine geçişte ortaya konulan program ve dönüşüm ekonomiyi 70’li yıllardaki sıkıntılardan kurtarmayı başarması ve Türk ekonomisini dışa açılmaya yönlendirmesi gibi, temel ve istikrarlı bir değişim modeline ihtiyaç duyduğumuz söylenebilir.

Küresel salgın karar vericiler için tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik şartları ağırlaştırmaktadır. Salgından kaynaklanan zorlukların yanında, yeninden zorlaşacak finansman şartları ekonomide dalgalanmaların artacağına yönelik işaretler taşımaktadır. Türk ekonomisinin dünyadaki en büyük üstünlüğü bütün zorluklara rağmen büyümesidir. Fakat ekonomi politikasındaki belirsizlikler, piyasa şartlarında döviz girişi ve uluslararası yatırımcılarının güvenini azaltıcı etkiler yapması halinde, kur dalgalanmalarının devam edeceğini ve Türkiye’nin finansman şartlarının etkilenmesi de mümkündür.

Prof. Dr. Mustafa Yıldıran

 

The post Kur Hareketleri ve Mali Gelecek first appeared on Denizli Haber Denizli Güncel.

]]>
https://yirmihaber.com/kur-hareketleri-ve-mali-gelecek/feed/ 0