Yazarlar

Bankacılık Credit Suisse Krizinden Etkilenir mi?

Bankacılık Credit Suisse Krizinden Etkilenir mi?

Dünyada 1907 yılından bu yana defalarca yaşanan banka krizleri ülkelerin görmek istemedikleri mali kabustur. Banka sektörü, bütün ülkenin hatta uluslararası para sisteminin kan dolaşımı gibidir. Herhangi bir aksamada toplu iflaslar ve ekonomik çöküşü hızla tetikleyerek büyük bir ekonomik kaosa neden olabilir. 2008 yılında konut sektöründeki krediler ve bunlara bağlı finansal işlemler üzerinden yaşanan küresel mali kriz, ABD ve Avrupa’nın en büyük bankalarına trilyonlarca dolar bütçelerden yapılan sermaye enjeksiyonlarıyla çözümlendi. 2008 finans krizi, ABD ekonomisinin Asya ve yükselen ekonomiler karşısında güç kaybetmesine neden oldu. En son yaşanan ABD Silicon Valey Bank ve Signature Bank’ın iflası ile finans sektörü korku dolu günler yaşadı. Bu krizin bankacılık sektöründe büyük bir finans krizini tetikleyip tetiklemeyeceği tartışılırken, bir İsviçre bankası olan Credit Suisse’in Suudi kökenli ortağının sermaye artırımı yapmanın riskli olduğunu açıklaması üzerine yeniden bankacılık krizi tartışmaları alevlendi. BNP, Deutsche Bank gibi bankaların içinde bulunduğu hisselerde gün içerisinde %10 seviyesinde değer düşüşleri yaşandı. İsviçre merkez bankasının gerekli likiditeyi sağlayacağı çağrısı üzerine kriz piyasalara tam olarak sıçramadan yeniden fiyatlarda bir istikrar sağlanabildi. Fakat bankalara hücum ve banka sermayelerinin yetersizliği korkusu artık finansal piyasaların korkulu rüyası haline dönüştü. 2008 krizinde hatırlanacağı gibi, bankaların sağlam banka kanunları, zorunlu sermaye yeterlilik oranları ve sürekli yapılan stres testlerine rağmen yöneticilerin ‘devletin kurtarmak zorunda olduğunu bilmesinin avantajı’ ve yükselen faiz oranlarının geçmişteki aktif varlıklarının getirisi ile olan uyumsuzluğu (bilanço açıkları) nedeniyle hızla iflasa sürüklenmesi içten bile değildir. Zaten bankacılık sektörü, (1) düşük sermaye ile yüksek kaldıraçlı işlemler(emanet paralarla yapılan finansal operasyonlar) yaparlar; (2) yatırımlarını da para ve sermaye piyasasında değerlendirdikleri için finansal değişkenliklerden hızlı etkilenirler; (3) bankaya borç verenler(mudiler) ekonomik değişkenliklere ani tepkiler verirler(her türlü dedikoduda bankadaki paralara hücum ederler); (4) banka yöneticileri devletin kendilerini kurtaracağından emin hareket ederler(ahlaki riziko sorunu); (5) hükümetler bankaların batmamaları için kamu bütçe kaynaklarını hoyratça kullanabildikleri için sürekli olarak krize yatkındır.

Türkiye’yi ilgilendiren en önemli soru da, Türk bankacılık sektöründe bir bankacılık krizinden etkilenir mi? Bu sorunun akla gelmesinde geçmişteki 1994 ve 2001 bankacılık krizlerinin de izi vardır. Bu krizlerden 1994 krizine götüren iktisadi ortamda 1990’lı yıllarda büyük bütçe açıkları ve cari açık nedeniyle bankalardan kamu yüksek seviyede likidite kullanmaktaydı. Aynı zamanda bankalara yüzde yüz mevduat garantisi verilmiş ve bankaların ilişikli olduğu sermaye gruplarına kredi kullandırılmasında herhangi bir engel yoktu. Bu nedenle, kamunun bankalardaki likiditeye almak için sürekli faizleri yükseltmesi ve bankaların da kendi gruplarına kredi mekanizması ile mevduatları aktarması nedeniyle bankaların içerisi boşaltıldı. O dönem de tartışılan hesaplamalara göre 35-40 milyar dolarlık bir ekonomik etkiye sebep olan bankacılık krizi ardından da IMF ile anlaşmaya gidilerek olan geçici olarak çözülen bir ekonomik kriz yaşandı. 2001 yılında ise, Demirbank’ın sağlam yatırım aracı olduğu varsayımına dayanarak yüksek getirili kamu tahvillerine yatırımları üzerinden banka iflası gerçekleşti. Yine 1999 yılından sonra uygulanan sabit kur rejiminden dolayı Türk lirası üzerinden yapılan yatırımların 2001 yılında sabit kur sisteminin yıkılışı ile bankacılık çöktü. TL’nin devalüasyonu nedeniyle, bankaların TL alacaklarının yabancı para borçları karşısında değerini kaybetmesiyle aniden bilançoları çöküşe sürüklemesi ve sisteme yabancı para likiditesi sağlanamaması nedeniyle çok sayıda banka yine iflasa sürüklendi. Kamu bankalarının da hazine tarafından zorlanarak uygulatılan kredi ve destek politikası nedeniyle oluşan görev zararlarından kaynaklanan sermaye ihtiyaçları oluştu. 2001 krizinden sonra uygulanan IMF gözetimindeki ‘güçlü ekonomiye geçiş programı’ ile kamu bankalarının görev zararı uygulamasına son verildi. Bankacılık kanunu değiştirildi. Bankaların kredi politika risk temelli olarak yeniden yapılandırıldı ve sermaye yeterlilikleri Basel standartlarına göre yeniden düzenlendi. Türk bankacılığı 2008 yılındaki küresel finans krizine rağmen uzun yıllardır kriz yaşamadan faaliyetlerine devam etti.

ABD ve Avrupa’daki bazı bankaların Türk bankalarını etkileyip etkilemeyeceği analiz edildiğinde, Türk bankalarının geçmişteki zaaflarından uzak olduğu söylenebilir. Özellikle sermaye yeterlilik rasyosunun %18 üzerinde olması en önemli göstergedir. Buna rağmen Türk bankacılığının son yirmi yılda yurtdışındaki düşük faiz oranları ile getirdikleri sendikasyon kredilerini iç piyasada yüksek faiz oranı ile kredi olarak dağıtması şeklinde bir model uyguladığı bilinmektedir. Türk bankalarının 2021 yılından sonra dövizin hızlı değer artış ile bu modeli uygulamada zorluklar başladı. 2021 yılında başlayan Kur Korumalı Mevduat (KKM) sistemi kamu destekli olarak bankalara bir rahatlık sağladı. KKM sisteminin sürdürülebilirliği tamamen bütçedeki kaynaklara bağlı olduğu için önemli bir tehdit potansiyeli taşımaktadır.  Ayrıca kovid döneminde hükümet teşvikli kredi destek paketleri de bankacılık sektöründe önemli bir kredi genişlemesi sürecini tetikledi.

Bankacığın aktif pasif incelendiğinde Türk bankacılığın riskinin dünyadaki emsallerinden farklılık gösterdiği anlaşılmaktadır. 2021 yılında %58 mevduatla %53 kredi dağıtan bankalar, 2022 yılının sonunda %62 mevduatla %82 kredi kullandırmaktadır. Ayrıca bankacılıkta sürekli artan regülasyonlar nedeniyle, kamu menkul kıymetlerinin de son aylarda yükselişi vardır. MB bankalardaki likiditeyi düşük faizle karşılamakla birlikte. KKM’nin artan maliyeti ve dövizdeki son günlerdeki dalgalanmalarda Türkiye’deki bankacılığın yüksek karlılık ve yüksek sermaye yeterliliğine rağmen, ani değişimlerde likidite açısından sıkıntılarla karşılaşabilme ihtimali vardır. Ayrıca bankalar, 11 ildeki deprem dolayısıyla karşılaştığı yeni mali etkilere maruz kalmıştır. Fakat uluslararası kurumların raporlarındaki tespitlere göre Türk bankaları kısa dönemde zincirleme iflas ve sistemik krizden uzaktır. Bunun yerine daha çok kredi ve mevduat politikasında değişikliğe sebep olabilecek bilanço sorunlarına muhatap olabilir. Bu nedenle bankacılık sektörünün sürekli regülasyonlarla zorunlu uygulamalara yöneltilmesinden çok, kendilerini koruyabilecekleri rekabetçi politika üretmeleri sağlayacak bir ekonomik ortam oluşturulması daha rasyonel olacaktır. Bankaların sermayelerinin yüksek enflasyon tehdidinin yanında kamu borçlanmasını finanse etmeye kanalize edilmesi, bilanço risklerini daha fazla artırabilir. Bankalar ekonomik sisteminin para dolaşımının hayati kuruluşları olarak gözbebeği gibi korunursa, ekonominin tüm paydaşları kazançlı çıkacaktır.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Mustafa Yıldıran

 

 

 

 

 

 

 

,

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

,

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL